SELAMLAŞMAK ÂDÂBI

SELAMLAŞMAK ÂDÂBI


“Selamünaleyküm

-Aleykümselam”

Günümüzde ne yazık ki selâmlaşmak duygusunu yitiriyoruz. Yeni moda belli, gördüğünü görmemezlikten gel, görsen de selâm vermeden yanından geç git. Ne yazık ki şimdi tam bu durumdayız, Allah'ın selâmını kimisi yaymamak için, kimisi de verilen selâmı almamak için çaba sarf ederken bizler de bu kişilere Allah'ın emaneti olan selamı gerekirse gözlerinin içine bakarak yaymaya devam edelim. Bazıları selâma karşı kin, nefret duygusunu düşüncelerinde yer etmiş olabilir, selâm verdiğimizde kavga durumuna getirenlerde olabilir ama unutmayalım ki herkes kendi duruşuyla rükû bulur. Diğer sünnetleri tam olarak yerine getiremiyor olsak da bari bunu en güzel şekilde yapmaya gayret gösterelim. Geçenlerde yolda  yürürken bir amcamıza selâm verdim, cevap beni oldukça şaşırttı, döndü ve sen beni tanıyor musun? Dedi, oldukça şaşırmış bir şekilde amcaya baktım ve benim tanımama gerek yok Allah seni biliyor ve Allah'ın selamını sana ulaştırıyorum dedim. Bu sözümden sonra arkasını dönerek yürümesine devam etti. Ben amcaya kesinlikle kızmıyorum, belki Müslüman değildir, belki o an kafasında binlerce canlandırdığı hayat hikayesiyle beni yanlış anlamıştır her şey olabilir ama kızgınlığım bu zamanın eski duyguları, alışkanlıkları yok etmesine, bizim de bu alışkanlıkları hiç yapmamış gibi unutup düzeni bozuk batı ülkelerinin iğrenç ve ahlaksız düzenine yönelmemize. Bazı örnekler vererek selâm duygusunu kaybolmaya yol tutmuş yüreklerde canlandırmak isterim.

Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz buyuruyorlar ki: ‘Binekli olan, yaya yürüyene selâm verir. Bir topluluktan birisi selâm verince, diğerlerine de kâfi gelir.’

Selâm vermek sünnet, almak ise farzdır. Selâm vermenin sünnet oluşu, muhtelif hadis-i şeriflerle sabittir. Almanın farz oluşu ise, ‘Size bir selâm verildiğinde, siz ondan daha güzeli ile (alın) selâmlayın. Yahut onu, aynen o selâmla karşılayın’ (S. Nisâ, 86) mealindeki ayet-i kerime ile sabittir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet olunan bir hadis-i şerifte Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: ‘Selâmı küçük büyüğe, binekli olan yürüyene, yürüyen oturana ve az olan kalabalık olana verir.’

Amru’bnü Atâ (r.a.)’nın oğlu Muhammed (rh.) anlatıyor:

‘Abdullah ibnü Abbas (r.anhümâ)’ın yanında oturuyordum. Onun huzuruna Yemen halkından bir adam girdi ve ‘es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berakâtüh’ diyerek selâm verdi. Sonra bir şeyler daha ilâve etti. O zamanlar gözleri a’mâ olan İbnü Abbas (r.a.):

‘Bu kim? diye sordu. Oradakiler:

‘Bu sana gelen bir Yemenli’dir, diye onu kendisine tanıttılar. Bunun üzerine İbnü Abbas (r.a.):

‘Selâm, bereketle tamamlanır, buyurdu.

 Yani selâm, ‘Ve berakâtüh’ sözü ile tamamlanmış olur. Bundan başka bir şey ilâve edilmez.

Enes ibnü Mâlik (r.a.) anlatıyor:

‘Ömer ibnü Hattab (r.a.)’ı dinledim. Bir adam ona selâm verdi. O da selâmını aldı. Sonra adama:

‘Nasılsın? diyerek halini-hatırını sordu. O da:

‘Allah’a hamdolsun, diye karşılık verdi.

Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.):

‘İşte, senden istediğim budur, buyurdu.’

Bu sözüyle Hz. Ömer (r.a.); mü ‘minin başta akıl, sıhhat-âfiyet nimetleri, İslam nimeti ve Ümmet-i Muhammed’den olma nimetlerini kendisine meccanen ihsan eden Allah Teâlâ’ya hamt etmesi, ona şükretmesi gerektiğini anlatmak istedi.

Selam ve Dua ile....

Google+ WhatsApp