
GÖLGELERİN BİLE KAÇTIĞI ZAMANLAR..
Gün ortası… Gölgeler bile saklanacak yer arıyor. Güneş artık bir ısı kaynağından çok, gökyüzünde duran dev bir ceza gibi. Eskiden yaz aylarını özlerdik; şimdi kliması bozuk bir otobüste, camı açılmayan bir binada, çatısı teneke bir evde hayatta kalmaya çalışıyoruz. Bu artık bir mevsim değil, bir direniş.
Aşırı sıcaklar deyince çoğumuzun aklına sadece bunaltıcı hava geliyor. Ama bu havanın altında kırılanlar var. Yaşlılar, çocuklar, kronik hastalar; onlar için bu sıcaklar sadece rahatsız edici değil, ölümcül. Parklara çıkamayan çocuklar, nefes almakta zorlanan yaşlılar… Betonun üzerine dökülen bir kova su gibi yavaş yavaş buharlaşıyoruz.
Hayvanlar… Onları unutmamak gerek. Gölgede kıvrılmış bir sokak kedisinin uykusu, artık huzurun değil hayatta kalma çabasının yansıması. Kuşlar susuz, köpekler asfaltın dili yakan sıcağında yalpalıyor. Ve hâlâ camdan dışarı bakıp sadece “bugün de çok sıcak” diyenler var.
Bir de işin görünmeyen cephesi var: Ekonomik koşullar. Klimalı serin ofislerde çalışanlarla, asfalt döken işçiler arasındaki fark artık sadece maaş değil, hayati bir eşik. Soğuk suya ulaşamayan bir temizlik işçisinin serzenişi, kimsenin manşetine sığmıyor.
Peki ya ruh hâlimiz? Bu sıcaklık, yalnızca terimizi değil sabrımızı da kurutuyor. Daha gerginiz, daha tahammülsüzüz. Uykusuzuz. Ve çoğumuz bu hâlimizi bile fark etmeden, birbirimize yansıtıyoruz.
Doğa bize bağırıyor ama biz hâlâ kulaklıkla geziyoruz. Beton yığınlarını şehir diye büyüttük, gölge bırakmadık. Ağaçları kestik, sonra “niye bu kadar sıcak” dedik. Ne gökyüzü kaldı yukarıda, ne toprak aşağıda. Şimdi ikisi de öfkesini kusuyor.
Bu yaz sadece hava sıcak değil. Yüreklerimiz, zihinlerimiz, şehirlerimiz yanıyor. Belki de artık şunu fark etmeliyiz: Bu bir mevsim değil, bir uyarı. Ya bu ateşi birlikte söndüreceğiz ya da tek tek yanmaya devam edeceğiz.