Beni Mektupsuz Koyma

Beni Mektupsuz Koyma


Bir mektup bazen en değerli şey olur. Bütün ümitleri kurur, yalnızlıktan çatlayacak gibi olur insan, bir haber, bir ümit ışığı bekler durur. Derken, uzaklardan, eski bir dostun küçük, garip, kargacık burgacık el yazısıyla yazılmış sım sıcak bir mektubu çıkagelir. Günün ortasına bir ışık gibi iner. “Canım kardeşim” der, “Sevgili filan” der, tarifsiz sevinçlere boğar insanı. Sanki gelen bir kâğıt parçası, bir zarf değildir de, o dostun ta kendisidir.

Sanki zarfın içine kalbini, bütün ruhunu koymuş da göndermiştir. Onun için bu kadar sıcak, bu kadar sevgi doludur satırlar. Ve her mektup bizi heyecanlandırır. Zarfı elimize alışımız, hangi kenarından yırtacağımızı bilemeyişimiz... Sonra kâğıdı çıkarıp bir yürek kıpırtısıyla okumaya başlayışımız... İlk satırlarda duyduğumuz heyecan... Su içer gibi okuyup bitirdikten sonra, bir süre sessiz sedasız kalışımız... Hayaller... Mektup sahibinin çıkıp gelişi hayalimiz içinden. Hatıraların gizli tarihine gömülüşümüz... Okunan her mektuptan sonra, ilk dakikada bir cevap yazma arzusu doğar insanın içinde. Neler neler, ne duygular yazmak gelir akla. Ama geçen dakikalar heyecanı ve düşlediğimiz cümleleri alır götürür.

Sonra hep yazmak isteriz. Yazmak, mutlaka yazmak gerektiğine inanırız. Günler üstümüze üstümüze gelir ve zaman geçip gider. Bir mektup yazma gereği hep vardır aklımızda; fakat bir türlü oturup yazamayız. Mektup; o sıcak, o sevgili dostun küçük, garip mektubu çantada, masanın üstünde, bir rafta boynunu büker, büzülür, hep cevap verilmeyi, bir cevapla anlamını bulmayı bekler; ama hep bekler. Mektuplara çoğu kez cevap verilmez. Kurutulmuş çiçekler gibi kalırlar ortalıkta.

Cevapsız kalan her mektup, dostluğun bir yerlerini alır götürür. Mektup, sevgiyi ve dostluğu yenilemek, bir parça hasret gidermek içindir. Konuşmak, bir şeyleri paylaşmak istediğimizde mektuplara yönelir, satırların sıcaklığına sığınırız.

Bir dostluk belgesi olarak saklarız onları. Mektuplarımız uç uca eklenince bizim özel tarihimiz olur. Artık kimse mektup yazmıyor. Kimse özel bir tarihi olsun istemiyor. Yaşasın telefonlar, jetonlar, telefon kartları!.. Mektubun içli, riyasız ve sıcacık yerini telefondaki soğuk ve metalik sesimiz almıştır çoktan. “Telefonlar mektubun yerini tutuyor” dersek ne çok aldanmış oluruz. Mektup samimiyet yüklüdür.

Gönlümü olduğu gibi kâğıda geçişimdir. “Canım anneciğim, kıymetli babacığım, biricik kardeşim, sevgili filan” hitapları ne kadar sıcak, ne kadar içtendir. Mektuplarda yazılanlar, anlatılanlar kadar, bir de yazılamayan, söylenemeyen cümleler vardır.

Bunu okurken anlar, hisseder ve o duyguları zihnimizde tamamlarız. Mektup bizden kopma bir parça, sanki bizim zarfa koyup yolladığımız bir yanımız gibidir. Gönderen için de, alan için de sonsuz bir sevinç kaynağı. Mektup deyince aklımıza neler gelir? Renkli, çiçekli kâğıtlara yazılmış, kokulanmış mektuplar, bir kenarı yakılmış hasret mektupları, gözyaşıyla ıslanmış mektuplar...

Yazılıp da bir türlü gönderilememiş, gönderilip de geri gelmiş mektuplar ve yığın yığın hasret. Sonra mektup kültürü... Eskilerin mektup takımları varmış; mektupluk, özel kâğıtlar, divitler, hokka, mürekkep... Mektuba ait alet edevâtlar... Bütün bunlar, sevgi sözlerinin insandan insana taşınması için. Ama ille de o hitap sözleri; “Canım kardeşim, sevgili oğlum...” Söyleyen yanı başımızdaymış gibi, elimizi uzatsak sıcaklığını duyacakmışız gibi gelen; uzaktan, kopkoyu bir hasret perdesi ardından yazılan cümleler... Telefonda söylediğimiz sözler ne kadar bizim? Sevgi sözleri, mektuplardaki hitap cümleleri ağzımıza yakışmıyor artık.

Ahizelerle baş başa kaldık. Elimiz kaleme varmıyor. Askerler mektup yazmıyor, bir telefon kartı bütün işi görüyor. “Asker mektubu” diye bir kavram kalmayacak yarına. Sanatçılar mektup yazmıyor. Kendi köşesinde, kendi dünyasının sınırları içinde yaşayıp gidiyor şair, yazar, ressam... Kimsenin kimseye söyleyecek sözü kalmadı mı acaba? Sım sıcak bir hitap cümlesi söyleyecek cesaretimiz, aramızda o kadarcık bağ, o kadar tahammül kalmadı...

Google+ WhatsApp