KIRMAYIN İNSANLARI EY İNSANOĞLU!

KIRMAYIN İNSANLARI EY İNSANOĞLU!


Ne kadar acı ki; Müslüman bir ülkede, Müslümanlığın unutulmaya yüz tuttuğu anları yaşamaktayız. Nasıl bu hale geldik? Dinimizin sunduğu güzelliklere nasıl yüz çevirmeye başladık? Düşman kim ki bize bu kadar sevimli geldi? Hatta sevimli gelmekle de kalmadı, bizleri de kendine yoldaş edip,yanında sürükleyip götürdü. Peygamber efendimizin dünyamızı şereflendirdiği o günden bu güne geçen hayat ikliminde, her gün daha çok bağlanıp, her gün daha sadık yaşamamız gerekirken, önce yüreğimizden sevgiler söküldü sonra iyilikler alındı ve artık insanlığın üzerine birkaç toprak atılarak, sela sesleri bu sefer,  yaşadığını zannettiğimiz ölü bedenlerimiz için yükseldi. 

 

 Çalıştığımız iş yerinde, arkadaş ortamlarımızda, aile hayatımızda, günümüzde her şeyden önce yerini alan sosyal alemlerde, konuştuğumuza, konuşulana dikkat ediyor muyuz? Karşımızdaki insanın düşüncelerini nasıl bertaraf edebiliriz, yüreğini nasıl paramparça ederiz,nasıl moralini bozarız ve o kişiyi  nasıl kötüleyebiliriz diye mi savaşıyoruz yoksa? Yazdıklarımın en az birinde eğer kendinizi bulduysanız, şapkanızı önünüze alıp düşünmenin vakti gelmemiş midir sizce de?

 

“Kalp kırmak, Kabe’yi yıkmak gibidir.” diyen bir Peygamberin ümmetiyken, şuan kaç tane Kabe yıktığımızın farkında mıyız? Ah şu kendisine hükmetmeyi beceremediğimiz dilimiz... Dilin cismi küçük, cürmü büyük derler. Küçük olmasına küçüktür ama büyük suçlar onunla işlenir, kalp kırmalar onun eseridir. Kısacası Müslüman olarak nefes almaya başladığı hayatına, tek bir sözüyle Müslüman olmadan veda edebilir. Dilin önemi, sözlerin, cümlelerin önemi, çok çetin ve kalıcıdır. “Söz ağızdan çıkmadan senin esirindir, ağızdan çıkınca sen onun esiri olursun!” Bu sözü de beynimize çengelli bir iğneyle tutturalım, elbette günün birinde lazım olacaktır. Sözün esiri olacağımıza, bırakın söz bizim esirimiz olsun. Arkadaşımızdan, ailemizden,çalışanımızdan bir su isterken bile, “Su getirebilir misin?” ile“Su getirsene!” arasındaki farkı kavrayabilirsek, işte o zaman insan olma yolunda -hiç yoktan- Kabe yıkmadan ilerleyebiliriz.

 Derviş Yunus der ki: “Ey hoca! İstersen var bin hacca,hepsinden iyice bir gönüle girmektir. “ Allah'ın kimi sevdiğini kimse bilemez, dikkat edip hiçbir kalbi kırmayalım. Ya o kalbin içerisinde Allah yer edindiyse? Bunları düşünmeden hareket edersek, kulun zoruna gitmesinin yanı sıra, Allah'ın da zoruna gider ve bunun hesabını ne bu dünyada ne de mahşeri alemde verebiliriz.

 

Karşımızdaki kişileri uyarırken bile, incitmeden uyarıp ikaz etmeliyiz. Herkes hata yapar; kimisi bilerek kimisi bilmeden ve bizler bilerek de bilmeyerek de olsa, “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.” atasözümüzden yola çıkarak, tatlı dille uyarıp doğru yapmasını istemeliyiz. Buna yeri gelmişken, yüreğimizi okşayacak bir örnek vermek isterim: Peygamber efendimizin (s.a.v.) iki mübarek torunu, Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin, abdestinde yanlışlık yapan bir adam görmüşler. Onu ikaz etmek istemişler fakat ikaz ederken, üzmek ve utandırmak da istememişler. Adama yaklaşmışlar ve: “Amca biz küçüğüz. Abdest almak istiyoruz. Biz abdest alalım, siz bize bakın ve nerede yanlış yaptığımızı bize söyleyin.” Adam "Tabii ki." demiş ve onlar başlamışlar abdest almaya. Önce biri, sonra da diğeri abdest almış. Dikkatle takip eden adam, onların ne kadar itina ile abdest aldıklarını görünce, kendi abdestindeki yanlışlığı anlamış olmuş ve: “Evlatlarım, siz ikiniz de gayet güzel abdest alıyorsunuz. Bense abdestimi yanlış alıyormuşum. Siz bana da öğretmiş oldunuz, hem de güzel bir üslupla, Allah sizden razı olsun.” demiş.

 

İşte “Ben Müslümanım.” diyen herkesin aslında böyle bir adaba, böyle bir üsluba sahip olması gerekir. Kırgınlığa son verilen bir hayata merhaba demek için, ilk senin kırgınlığı bitirmen lazım, unutma! Biz olmadan önce ben demeyi öğrenip, kendimizde bulunan yanlışları göz önüne alırsak, daha sonra bizliğimizi sağlam adımlarla yerinde bulabiliriz.Bizliğimizi unutmamak ve hep yaşatmak ümidiyle… 

Allah’a emanet olun.

Google+ WhatsApp