
CEHALET TERCİH Mİ?
Konya ziyaretim, temaslarım ve bu vesile ile okuduklarım üzerine birkaç kelam etmek istiyorum. Yanlışlarım olursa cehaletime bağışlayın ve düzeltin.
Mevlevilikle ilgili anlatılan tur bilgilerinde tekkedeki eğitimin bin bir gün olduğu söyleniyordu. Bu süre içinde tüm dini ilimler öğretildiği gibi, kişinin yeteneklerine göre de mutlaka bir güzel sanat eğitimi veriliyordu. O yüzden daha çok sanatsever ve kültürlü insanların buraya yöneldiği ifade ediliyordu. Ayrıca Mevlevi şeyhinin Mevlana ailesinden ve Çelebi olması gerekiyormuş. Bugün bir Şeyh var mı bilmiyorum. Biz sadece bir Postnişin ile tanıştık. Gecede de O konuştu. Konuşmasında da bu sıfatı öne çıkarılmadı. Mevlevilikte çok geniş bir hiyerarşik yapı var. Bugün bu görevleri üslenen bu hiyerarşik yapı devam ediyor mu sorusunun cevabı yok. Diğer tarikatlarda bir tekke bulunmamasına rağmen, mutlaka bir şeyh var ve hiyerarşik bir yapı mevcut. Kısmen de olsa eğitimleri devam ediyor.
Türkiye’de çeşitli vesilelerle Mesnevi okumaları yapılıyor. TYB’nin şubelerinde de bu faaliyetler var. Kayseri Yoğunburç Kültür Evinde bir grup insan Mesnevi okumaları yapıyorlar. Bunların aralarında kendilerini Mevlevi olarak niteleyenler bulunsa da, tümünün Mevlevi olduğunu sanmıyorum. Bu okumaların Mevlevilik faaliyeti olmadığını zannediyorum. Mevlevilerin kendi aralarında ev sohbetleri ve okumaları olabilir.
Buradan şuraya gelmek istiyorum. Tekke ve zaviyelerin kapatılması özellikle Mevlevilik ve Bektaşilik açısından bir kopmaya neden olmuş. Görünürde devletlûların en çok alakaya mazhar gördükleri bu iki tarikatın beli kırılmış. Neredeyse bir asra yakındır temellerinden koparılmış ve öksüz bırakılmış ama varlığını sürdürmeye çalışan topluluklardan bahsediyoruz. Kuru bir sevgi ve bağlılıkla nereye kadar ulaşılabilir?
Alevi olduğunu sandığım ve ben yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim bir zat, Makalat’ı okuduğunu ve ne kadar cahil olduğunu, okumadan önce de bilmesine rağmen şimdi daha iyi anladığını söylüyordu. Doğrudan tercümesinden okumuştu. Yorumsuz ve katkısız okumuş ve çok etkilenmişti. Makalatı okumamış Bektaşi, Mesneviyi okumamış Mevlevi olur mu? Demek ki, oluyormuş.
Şimdilerde Anayasa değişikliği vesilesiyle cem evlerinin yasal statüsü tartışılıyor. Bir topluluk var, onların eğitimle alakalı ihtiyaçları var. Bunun için ihtiyaç duydukları mekânlar var. Demokratik bir toplumda temel insan haklarına giren bu ihtiyaçların karşılanması için yasal, anayasal düzenleme yapılması kaçınılmazdır. Cumhuriyetin kuruluşunda kurucu iradenin o gün için bir tedbir olarak getirdiği kısıtlamaların ebediyen sürmesi kabul edilemez.
Kabul edelim veya etmeyelim fark etmiyor. Su mutlaka yolunu buluyor. Bütün yasaklamalara rağmen milyonlarca insan bu sudan içmeye devam ediyor. Tarikatların toplum üzerindeki etki ve gücünü bilmeyen de yok.
Bunun yanlışları yok mu, elbette var. Özellikle cehaletten kaynaklanan çok yanlışlar yapılıyor. Cehaleti ortadan kaldırmak için çaba gerekiyor. Bunun önünde de yasal engeller var. Yasal engelleri kaldırmak elimizde olmasına rağmen adım atılmıyor. Sanki toplumun cehaleti tercih ediliyor.
Bu tarikatlarla, özellikle Mevlevilik ve Bektaşiliği kast ediyorum, uzaktan yakından alakası olmayan kesimler ortaya çıkıyor ve Mevlana ve Hacı Bektaşı Veli gibi büyük zatları manen rahatsız edecek davranışlar sergiliyorlar, tavırlar ortaya koyuyorlar. Kendi yanlışlarını Onların isimleri ile doğru göstermeye çalışıyorlar. Suyun yolunu değiştirmeye çalışıyorlar. Bu da en çok bu yolda samimi olarak var olanlara zarar veriyor. Evlatlarını kaybediyorlar, ecdatlarıyla bağlarını kaybediyorlar.