KERBELA’YA BAŞKA AÇIDAN BAKIŞ

KERBELA’YA BAŞKA AÇIDAN BAKIŞ


Muharrem ayındayız ve Aşure gününe yaklaşıyoruz.

İslam ümmetinin yaşadığı en hazin olayın da yaşandığı günlerdeyiz.

Peygamberimiz (s.a.v.)in torunu Hz. Hüseyin ve Ehl-i Beytten elli kişi bu günde vahşice katledildiler.

O gün bu gündür ümmetin gözyaşları dinmedi. Bu gün zulmün lanetlendiği bir gün oldu.

Onlar bütün mazlumların sembolleri olarak, yüreklerde kaldılar.

Bu zulmü yapanları hiç kimse haklı bulmadı. Bütün siyasi farklılıklara rağmen, hiçbir kesim zalimlere mazeret bulmaya çalışmadı.

Benim dikkat çekmek istediğim olayın bir başka yönü.

O gün var olan devlet, yöneticilerinin olumsuz sıfatlarına rağmen meşru bir devletti. Hatta şöyle de denilebilir: O devlet, İslami bir devletti.

Darul harp değil, darul İslamdı.

Ama zalimdi.

Zulüm kimden ve nereden gelirse gelsin, rıza gösterilemezdi.

Peygamber torunu ve Onun Ehli Beyti hayatları pahasına zulme direndiler.

Örnek bir ictihad oluşturdular.

Zulüm karşısında meşru müdafaa ve direnme hakkı vardır dediler.

Allaha, Peygambere ve bizden olan yöneticilere itaat bir Allah emridir.

Zulme rıza göstermek bunu içinde yoktur.

Eğer öyle olsaydı Hz. Hüseyin direnmezdi.

Asırlar boyunca onların bu şanlı direnişini anlatıp durmuşken nasıl olduysa, zulme boyun eğmeyi ve sabretmeyi telkin eden görüşler daha etkili oldu.

Bu sayede de zulüm yapanlar cesaret buldu, zulümler devam etti.

Direnenler eşkıya sayıldı.

Devlet, her seferinde haklı görüldü.

Mazlumların gözyaşları dinmedi.

Güç ellerinde olanlar kendi hukuklarını oluşturdular.

Kerbelalar yaşanmaya devam etti.

Zalimlerden hesap sorulamadı.

Oysa kerbela’nın bize verdiği ders açıktı:

Zulüm kimden gelirse gelsin karşı çıkmak bir haktır. Bir görevdir.

Direnişin sembolü de Hz. Hüseyin’dir.

Google+ WhatsApp