GERÇEK HAYAT VE ROMANLAR

GERÇEK HAYAT VE ROMANLAR


Yaşadığımız günler, biz vatandaşlar için, hem gerçek hem hayal. İçinde yaşadığımız için gerçek. Haberleri izliyoruz. Şehrimize şehit cenazeleri geliyor. Gözyaşı döküyoruz. Öfkeli sloganlar atıyoruz. Yaşıyoruz.

Aynı zamanda içinde değiliz ama okuyoruz. İstihbaratçılarımız, şuradan girmiş, buradan çıkmışlar, silahlar bırakılacakmış, gizli ve müthiş bir operasyonmuş. Silahlar olmadan, kan akmadan çözüm olacakmış. Heyecanlanıyoruz. Eğer başarırlarsa helal olsun diyoruz. Ümitleniyoruz.

Aynı anda iki ayrı roman okumuş gibi oluyoruz. Birinde şiddet ve çatışma öyküleri var, diğerinde casusluk, entrika hikâyeleri. Bizler okuduğu romanın kahramanları ile okuduğu sürece özdeşleşen kişiliğe sahip okuyucular gibiyiz. Birini okuduğumuzda rambo oluyoruz, diğerinde 007 numaralı bir casus.

Şu an kafamız öylesine karışık ki! Kahramanlar birbirine karıştı. Acaba biz hangisi olsak. Doğru olan hangisi?

Gazetelerde yeni bir yol haritasından söz ediliyor. Ayni anda da basınımız ikiye ayrılıyor. Rambo kahramanı okuyan yazarlarla, casus romanını okuyanlar kendi roman kahramanları gibi bakıyorlar. Yeni yöntemi bazıları övüyor, bazıları eleştiriyor.

Bu yöntem biraz casus kahramanları geriye iter bir görünüm arz ediyor. Diplomasi, sivil siyaset, müzakere diyerek umutlara kapılanların, bütün yaşananlara rağmen hala o sürecin etkisinde olanların bu pozisyondan çıkmaları zor görünüyor.

Sade onlar değil, büyük çoğunluk da keşke olsaydı, diyor. Ama olmadı. Onlarsa hala olabilir düşüncesindeler.

İmralı ile görüşüldü, Kandil ile görüşüldü. Ayrıca mecliste bir de BDP var. Biz roman okuyucuları, bu süreçte barış olacağını, silahların bırakılacağını, dağdan inileceğini ve bir daha kardeşkanı akmayacağını ümit ediyorduk. En azından bizim okuduğumuz romanda bunlar vardı. Oysa romanı yazanlar, bize romanın tümünü okutmak için asıl konuşulanları sona bırakmışlardı. Sonra Habur oldu, askerler şehit edildi. Şehirler kana bulandı. Romanın henüz sonuna gelmedik ama geldiğimiz yerde ne barış var, ne de kardeşlik.

Bu müzakerede bir gariplik olduğunu hep birlikte düşünmeye başladık. Müzakerenin iki tarafı olur. Bir tarafı belli. Devlet, hükümet. Diğer taraf kim? Kandil mi, İmralı mı? BDP mi? Barzani mi? ABD mi? AB mi? İsrail mi? İran mı? Suriye mi? Birileriyle masaya oturduğunuzda karşınızda bütün bu sayılan unsurlar da bulunuyor mu? Yoksa siz birileriyle otururken diğerleri de bunu bozmaya mı çalışıyor?

İyi, biz büyük devletiz, büyük oynarız, bizim diplomasimiz, istihbaratımız da büyüktür, başka büyük devletler gibi biz de masada sorun çözebiliriz, bunlar kulağa hoş geliyor. Böyle romanlar yazsak, diziler çeksek, kurgulaması yalnızca bize ait olan senaryolar kursak, hayal etsek, umutlar versek, nereye kadar yapabiliriz? Ne yazık ki, yaşananları kurgulayanlar bizler değiliz. Bizler başkalarının kurguladığı oyunun bir parçasıyız.

Hala hayal dünyalarından seslenerek çağrıda bulunan yazarlar da belki bu büyük oyunun bir parçasılar. Bizler, sıradan vatandaşlarda aynı hayallere kapılarak, oyunun bir yerinde yer alıyoruz.

Şimdi bu roman bizi sıkmaya başladı. Diğerine yöneleceğiz. Bir sürede onunla oyalanacağız. O romanda bize yabancı değil zaten. Biz onu önceden de okumuştuk. Öfkemiz o kadar arttı ki, bu iş şiddetle olmaz, diyerek elimizden bıraktığımız romanı yeniden okumaya başladık. Artık bunlara anladıkları dilden konuşulmalı, bunlar laftan müzakereden anlamaz noktasına geldik. Öfkemizi başka türlü nasıl dindirebiliriz?

Google+ WhatsApp