DOKTORLAR DA ÖĞRENECEK

DOKTORLAR DA ÖĞRENECEK


Yıllar önce bir “çarşı ağası” ile tanışmıştım. Şimdiki Belediye zabıtalarının eski unvanları böyleydi. Hatta “ıcık daha okusan da çarşı ağası olsaydın” denilirdi. Zamanında devletin en prestijli memurlarından biriydiler. Şimdikiler anlamazlar, niye mühendis, doktor, öğretmen değil de “çarşı ağası” olunacağını.

İşte o çarşı ağası anlatmıştı. Biz demişti, sokağa tüküren birini gördük mü evire çevire döverdik, bu millete yüz vermeye gelmez, yüz verirseniz, başınıza çıkar. Önce onlar öğrendiler, asıl efendinin millet olduğunu, kendilerine ekmeği ve gücü milletin verdiğini. Milletin şiddet kullanarak eğitilemeyeceğini.

Ne öğretmenler tanırım. Sınıfa girdiğinde, öğrencilerin en irisini iyice benzettikten sonra sınıfta nasıl disiplin sağladığını övünerek anlatan. Anne babalar çocuklarını “eti senin kemiği benim” diyerek okula verirlerdi. Ailede, okulda, sokakta, her yerde tek disiplin aracı vardı: Sopa. Öğretmenler de zorda olsa öğrendiler sopasız eğitimi.

Ne adamlar bilirim, kadınlar için “karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin” öğüdüyle büyümüş. Evde otorite sağlamayı sopada arayan.

Avrupa Birliği ile uyum yasaları çıktığında “zavallı polisler” edebiyatı yapılmıştı. Dövmeden, sövmeden nasıl suçluları bulacaklardı. Karakollar, vatandaş için gerçekten karaydı. Jandarma dedin mi ödü sıtardı. Ne oldu? Polis daha mı başarısız oldu?

Bunları çoğaltmak mümkün. Elbette şiddetin kaynağı cehaletti. Yasalar değiştirildi. İnsanlar eğitildiler. İdeal olana ne kadar uzak olursa olsun, çok mesafeler alındı.

Bütün bunlar olurken iki negatif unsur ortaya çıktı. Birincisi, özgürlükleri hazmedemeyen, kötüye kullanan cahil halk kesiminden kimselerdi. Onlar zorbalığa, kendilerine baskı kuran devlete, şiddete ve sopaya alışmışlardı, birden bire özgürlüklerle karşılaşınca, hayatın hiç kuralı yokmuş gibi, yasalar yokmuş gibi, her istediğini yapabilirmiş gibi davrandılar. Şiddetin ve zorbalığın ortadan kalkması demek, cezanın ortadan kalkması demek değildi. Bir kısmı dayak yemekten beter oldu. Hatta bazı öğrenciler bilirim keşke dayak yeseydim de okusaydım diyecek zorluklarla karşılaştılar.

İkincisi de bir kısım kamu görevlileri devlet elden gidiyor diyerek özgürlüklere karşı direndiler. Var olan imtiyazlarının yok olacağından korktular. Onlara göre okullar, hastaneler, karakollar onlarındı. Hatta öğrenciler, hastalar ve halk da onlara aitti. Nasıl isterlerse öyle davranırlardı.

Sağlıkta devrim yapıldı. Şimdi yaşananlar bu devrime uyum sürecindeki sancılar. Hastalar, hasta yakınları on yıl önce bugün yaşadıklarını hayal bile edemezlerdi. O devrin sloganı “paran yoksa öl” dü. Birden elde edilen haklar belli kesimlerde, özgürlük ve hakları kötüye kullanma eğilimi doğurdu.

Aynı zamanda başta bazı doktorlar olmak üzere, sağlık çalışanlarında var olan eski alışkanlıkları sürdüren, hasta haklarını hiçe sayan, sağlığı dolaylı olarak sadece bir kazanç kapısı olarak görenlerin de direnci ve kötü muamelesi devam etti.

Son cinayet olayı ve sağlık çalışanlarına yapılan şiddet asla kabul edilemez. Çoğu bireysel ve sorunlu kişilerce yapılan şiddet olayları bahane edilerek de geçmişe dönülemez. Sağlık Bakanının, sağlık çalışanlarının bakanı olmaktan daha fazla hasta ve hasta yakınlarının bakanı olduğu da unutulmamalıdır. Yaptığı açıklamaları çok da soğukkanlı açıklamalar değildir. Bizde bir söz vardır.”Müşteri daima haklıdır.”Burada müşteri olanlar hasta ve hasta yakınlarıdır. İlgiye, yakınlığa ve tedaviye ihtiyacı olanlar onlardır. Onlar olduğu için Sağlık Bakanı ve sağlık çalışanları vardır. Bakan esip gürleyeceğine sağlık çalışanlarını hasta hakları ve hasta yakınları ile ilişkiler konusunda eğitimden geçirmelidir. Yaşananlar tek taraflı değildir. Halk nasıl öğreniyorsa, polisler, öğretmenler nasıl öğrendilerse doktorlar da öğreneceklerdir. Milletin efendisi değil, hizmetçisi olunacağını.

Google+ WhatsApp