Kervan Yükünü Aldı

Kervan Yükünü Aldı


Türkiye Yazarlar Birliğinin 35. Yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen Ankara’dan Siirt’e Kültür Kervanına dâhil olmam istendiğinde tereddütsüz kabul ettim. Kervanın geçeceği illeri daha önce görmüştüm. Ancak bir kültür kervanı ile gitmenin mutlaka farkı olacaktı. Bir ile gitmiş olmak, hatta orada birkaç yıl yaşamış olmakla, o ilin kültürel mekânlarını ve değerlerini görmek ve anlamak aynı şey değildi. Daha önce biz sendikacı olarak gitmiştik. Birileri siyasetçi olarak, bir başkaları da tüccar ya da pazarlamacı olarak gitmiştiler. İnsan neye odaklanmışsa onu görür, yanından geçtiği diğer değerleri fark etmez bile. Bu gezi ile daha önce fark etmediğim yerleri görebilecektim.

İçinden geçtiğimiz bir süreç de vardı. Kervanın geçeceği illerin bu süreçle doğrudan ilgili oldukları, kardeşlik ve barış sürecine odaklandıkları bir zamandı. Bizi süreçte yer alan akil insanlarla karıştırabilirler ve sorulara muhatap olabiliriz diye düşündüm ve kendimce çıkabilecek sorulara çalıştım. Medyaya çok olumlu görüntüler yansıyordu. Bakalım biz bunu doğrudan görebilecek miydik?

Kervana Aksaray’da katılacaktım. Bir saat öncesinde programın yapılacağı Aksaray Üniversitesinde hazır oldum. Beklemek için en uygun yer fakülte kantiniydi. İçeri girdim ve ortalarda bir yerde boş bir masaya oturdum. Kantin çok büyük bir yer değildi. Etrafımdaki masalarda genç insanlar oturuyorlardı. Çay içen, sohbet eden, ders çalışan kızlı erkekli gençlerin dikkatleri bana çevrildi. Bu saçlı sakallı ihtiyarın burada ne işi var gibi bakıştılar, sonra kendiişlerine baktılar. Az sonra kalabalık bir grup içeri girdi. Kantinin köşesindeki boş duran masalara oturdular. Çok fazla gürültülü değillerdi. Kalabalık oldukları için benim dikkatimi çektiler. Bütün masalar dolmuştu. Dışarıdan bir genç adam girdi, etrafına bakındı, bana yaklaştı, oturmak için izin istedi. Tam gençle merhabalaşmaya başlamıştık ki, o kalabalık grup yerlerinden kalktılar ve geldikleri gibi çıktılar. Hiç bir şey yapmamalarına rağmen merakımı celbetmişlerdi. Genç adam çay içip içmeyeceğimi sordu. Kalktı ve iki çay olarak tekrar yanıma oturdu. Önce tanıştık. İletişim Fakültesinde okuyormuş. Gazeteci olduğumu söyleyince ilk sorusu “açılım” oldu. Uzun uzun konuştuk. Kafasında tereddütleri vardı. Ancak sürecin başarılı olmasını istiyordu. Ben de ona kalabalık grubu sordum. Aslında sorumun cevabını biliyordum. Aynı şeylerin Erciyes Üniversitesinde de uzun süre yaşandığını biliyordum. O masalar ülkücü reislere aitmiş, başkası oturamazmış, günde birkaç kez gelip oturarak mekânlarının kendilerine ait olduğunu gösteriyorlarmış.

Aksaray’dan her geçişimde Hasan Dağı bende bir yanılsama oluşturur. Kayseri’ye geldiğimi zannederim. Zirveleri karlarla kaplıdır, sanki Erciyes’in bir kopyasıdır. Dikkatlice bakınca uzun sıra dağlara bağlı olduğu anlaşılır. Erciyes ise yalnız bir dağdır. Hasan Dağına ismin veren komutanın Kayseri’den geldiğini sırtını dağa vererek haçlılarla uzun süre savaştıktan sonra orada şehit olduğunu kervanda öğrendim. Başka anlatılanlar da var:

Hasan Dağı’na adını veren Hasan Dede eski zamanlarda bu dağ üzerinde yaşamış ve çevrede saygınlık kazanmış bir kişi olarak biliniyor. Bazıları Hasan Dede’nin Danişment oğullarının komutanlarından biri olduğunu ve Haçlı seferleri sırasında II. Kılıçaslan ile birlikte çeşitli savaşlara katıldığını belirtiyorlar. Bazıları ise Hasan Dede’yi bir evliya olarak görüyorlar. Bölgede Hasan Dede ile ilgili olarak anlatılan bir de efsane var. Bu efsaneye göre Hasan Dede, dağın üzerinde tek başına yaşayan bilge bir kişidir. Aksaray’dan Ali Baba adlı bir derviş ile yakın arkadaşlığı vardır. Ali Baba Aksaray’da bir hamamda çalışmaktadır. Bir gün Ali Baba Hasan Dede’yi ziyarete gider. Mendilinin içinde bir avuç kor vardır. Sohbetleri süresince kor için için yanar ancak mendile bir şey olmaz. Aradan zaman geçer bu sefer Hasan Dede, Ali Baba’yı ziyaret etmek üzere Aksaray’a gider. Mendilinin içinde Hasan Dağı’ndan aldığı bir avuç kar vardır. Ali Baba ile hamamda uzun uzun konuşurlar bu süre içinde mendildeki kar hiç erimeden öylece kalır. Bir ara Hasan Dede’nin gözü hamamdan çıkan kadınlara takılır. O andan itibaren mendildeki kar erimeye başlar. Bunun üzerine Ali Baba Hasan Dede’ye bakar ve şöyle der; 

“Hasan Dede, dağ başında ermişlik hüner değildir. 
Asıl hüner güzel kadınlar arasında ermiş kalabilmektir.”

Ali Baba’nın bu sözleri sonradan yörede halk arasında bir özdeyiş gibi uygun durumlarda kullanılır. Hasan Dede ölümünden sonra mezarının bu dağın zirvesine yapılmasını vasiyet eder. Ölümünden sonra vasiyeti üzerine mezarı dağın zirvesine yapılır. Bu dağ o günden itibaren Hasan Dağı adı ile anılmaya başlar. Bugün Hasan Dağı’nın zirvesine çıkanlar, zirvedeki krater çukurunun batı sırtı üzerinde Hasan Dede’nin taşlarla çevrilmiş mezarını görebilirler. Bu mezarın yanında birkaç mezar daha vardır. Ancak diğer mezarların kimlere ait olduğu konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır.

Aksaray, yakın zamana kadar bir ilçe iken hızla gelişen bir şehir. Konya ve Kayseri gibi iki büyük sanayi ve ticaret şehrinin arasında. Toroslar ve Hasan Dağı gibi kaynakları var iken susuzluğa razı olmasını ise bir türlü anlayamadım. Ya bize öyle denk geldi, o güne mahsustu. Üniversitesinde abdest alacak su bulamadık.

Google+ WhatsApp