
KAFESTE BİR FİRAVUN
Mısır Firavunlar ülkesi olarak bilinir. Liderlerini firavunlaştıran bir coğrafya. Kutsal kitaplarda zalimlikleri anlatılan firavunlar. Piramitlerle özdeşleşen firavun mezarları.
Devrim olduğunda eyvah keşke yeni firavunlar olmasa dileğini birçok kimseden duymuştum. Nasır, Sedat ve Mübarek birbirlerini izleyen çağın firavunları olarak bilindiler.
Bugünlerde resimler üzerinden mesajlar daha iyi veriliyor. Şura fotoğrafından sonra Mübarek’in kafesteki fotoğrafı da birçok mesaj içeriyordu. İşte firavunların sonu mesajı en başta dikkat çekiyordu. Zulmün ebedi olmadığı ve insan kendini nasıl ve nerede görürse görsün, insanın zavallı bir fani olduğu mesajı da açıkça anlaşılıyordu.
Firavunların zulmüne uğramış, onlardan korkmuş, onlarda olağanüstü güçler vehmetmiş insanlar, onların da kendileri gibi zayıf olduklarını, çaresiz olduklarını böylece yakinen gördüler.
O zalim daha dün meydanlarda insanları öldürtüyordu. İnsanları kafeslere sokup, aşağılıyordu. Bugün kendisi aynı kafese sokulmuş durumda.
Aslında Arap Baharının model ülkesi Mısır. Bu coğrafyada Mısır Firavunundan daha güçlü bir firavun bulunmuyor. Onun ne halde olduğunu da şimdi görüyoruz. Demek ki, insanlar isterlerse zulme karşı güçlü direnişleriyle firavunları alt edebiliyor. Ondan daha az güçlü Ortadoğu diktatörleri konusunda halkların cesaretlenmesi için Mısır örneği yeterince aydınlatıcı eğil mi?
Bu fotoğraf aynı zamanda Esad gibi halkını ezmeye devam eden diktatörlere de bir mesaj vermiyor mu? Kendi akıbetlerini bu fotoğraf onlara göstermiyor mu?
Bütün bunların nasıl yaşandığını hepimiz gün be gün izledik. Tahrir meydanında ölümü göze alan milyonların iradesi karşısında Firavunun bile duramadığını gördük. İnsanlar kendi özgürlükleri ve insanlık onurları için direndiklerinde nasıl bir potansiyel güçlerinin olduğunu gördüler. Bu ancak yaşanılarak varılabilecek bir deneyimdi ve Mısır halkı bunu başardı.
Kafesteki Firavun resmi, yukarıdaki duyguları ve mesajları verdiği gibi, maalesef aynı zamanda, firavunların yöntemini tekrarlayan bir yönü de olması nedeniyle endişe verdi. Ölümün eşiğinde, hasta ve biçare bir insan, firavun da olsa kafese sokulmalı mıydı?
Yargılamada, düşmanımız bile olsa, adil olma mecburiyeti, bu toplumun Firavunlara karşı kazanmasındaki en temel ilke olmasına rağmen, düşmanca ve zalimce bir yargılama yolunu seçmek de ne kadar doğru olabilir? Onlarla aynı yöntemleri tekrarlayacaksak izim onlardan farkımız kalır mı? Bize yapılmasını asla istemeyeceğimiz bir tavrı başkalarına layık görmek doğru mu?
Bu yargılama yöntemi maalesef daha devrimin başında taşıdığımız, yeni bir Firavun mu sorusunu, coğrafyanın bu konudaki geçmişini de düşünerek, aklımıza getiriyor. Yoksa kafesteki Firavun hala kendi yöntemlerinin uygulanıyor olması nedeniyle hala kendini Firavun olarak görüyor olmasın!