
NEYİN İNTİKAMI?
Müslümanlar, adaletin mutlaka tecelli edeceğine inanırlar. Bu, bu dünyada olmasa bile mutlaka olacaktır. Sırf bu yüzden karşılaştıkları haksızlıklar karşısında daha dirençlidirler. Haksızlığa teslim olmadıkları gibi, mağduriyetlerinin sürekli olacağına ve zavallı olduklarına da inanmazlar. Mutlaka bir gün hesap sorulacaktır, çünkü İlahi adalet vardır.
Hesap sorulacak olması, intikam duygusundan değil, adaletin gerçekleşmesi arzusundandır. Hatta çoğu zaman, ahir ömürde, gönül o kadar genişler ki, bir başkası benim yüzümden acı çekmesin diye, kendisine zulüm yapanlara bile hakkını helal etmeyi tercih ederler.
Esas olan haksızlık kime yapılırsa yapılsın, yapıldığı zaman direnç göstermektir. Zulme rıza göstermek de zulümdür. Gerçek sabır, zulme boyun eğmek değil, direnmektir. Bu direnci gösterenler, kendilerini mağdur bile saymazlar.
28 Şubat döneminde Sendika Başkanıydım. Hem de 28 Şubatçıların görevlendirdiği Valinin yüzümüze karşı ifade ettiği ve 28 Şubat’ın tasfiyesini istediği sözüm ona“irticacı” bir sendikanın başkanıydım. Yine bu hareketin hedefinde olan bir okulda İmam-Hatip Lisesinde çalışıyordum.
Şimdi bir olayı anlatacağım. O dönemde okulda rehberlik öğretmeni olduğu halde yeni bir rehberlik öğretmeni atanmıştı. Bu öğretmen bir subay hanımıydı. O sıralar subay ailelerinin bile BÇG için çalıştıklarını biliyorduk. Bu atamayı kuşkuyla karşıladık.
Bir süre sonra kuşkularımızın haklı olduğunu gösteren bir olay yaşandı. Bu bayan öğretmen benim olmadığım bir zaman, öğretmenler odasına gelerek, öğretmenlere bir konuşma yapmıştı. Konuşmanın içeriği öğretmenlerin derslerdeki konuşmalarıydı. Bir amir edasıyla sınıflarda böyle konuşmalar yapıyorsunuz, diyerek tehdit eder bir tarzda konuşmuştu. Öğretmen arkadaşların ne cevap verdiklerini bilmiyorum. Bir arkadaş durumu bana anlattı.
Sendikadan bir arkadaşla birlikte, idarenin kendisine tahsis ettiği odasında bu Hanım Öğretmeni ziyaret ettik. Önce böyle bir konuşmanın olup olmadığını sorduktan sonra, kendisine sendika başkanı olduğumu söyledim. Ardından da, kanun ve yönetmeliklerde Rehberlik öğretmeninin sınıflardan istihbarat toplama yetkisinin bulunmadığını, istihbarat için devletin kurumlarının olduğunu, böyle bir kurumda görevli olup olmadığını sordum. Böyle bir görevi yoksa yaptığını haddi aşmak ve suç olduğunu söyledim.
Kadıncağız ağlamaya başladı. Bize hiçbir cevap da vermedi. Bu diyalogdan sonra da benzer bir tutum içinde olmadı. Hatta kısa bir zaman sonra da başka bir okula gitti.
Bizim bu konuşmamızı bir yerlere söylemiş midir bilmiyorum. Ancak bu konuşmayla ilgili hiçbir yerden bir ima ve soru ile karşılaşmadım. Konu orada kapanmış oldu.
Şimdi, işi eğitim olan bir Bayan ki, muhtemelen iyi de bir öğretmendi, böyle bir durumla karşılaşmayı ister miydi? Bu işi gönüllü olarak yapar mıydı? Kendisiyle veya eşiyle ilgili kaygıları ve korkuları bunu yapmaya kendisini zorlamış olabilir mi diye o zaman da düşündüm, şimdi de aynı kuşkuyu taşıyorum.
İçimden, asla intikam duyguları geçmiyor. Hatta o zaman da hissettiğim gibi, şimdi de bir bayanı ağlatmanın burukluğunu yaşıyorum.
Belki de o göz yaşarlı, adaletin gerçekleşmesiydi. Bir iç muhasebenin sonucuydu. O zaman yaşandı ve bitti.
Elbet hesabını vermesi gerekenler de bu hesabı vereceklerdir.Hem dünya mahkemesinde,hem ukba’da,hem de kendi içlerinde.