SANATÇI DEVLETLÛ İLİŞKİSİ

SANATÇI DEVLETLÛ İLİŞKİSİ


Kültür, sanat ve bilim adamlarının devletten bağımsız olmaları gerekir. Devlet adamlarının da tam tersine kültür, sanat ve bilim adamlarına bağımlı olmaları beklenir. Bu durumda ilişkiler nasıl olacaktır?

Tarih boyunca bununla ilgili yaşananlar bir tez konusu bile olabilir. Ta İmam-ı Azam Ebu Hanife’den başlayarak bugüne kadar çok sayıda örnek bulunabilir. Bazen sultanlara methiyeler yazılmıştır, bazen da ferman padişahın dağlar bizimdir denilmiştir.

Devletin sanatçısı, tiyatrosu, orkestrası mı olur denilerek bu tartışmalar başka boyutlarda da sürdürülmüştür.

Kültür, sanat ve ilim sahası, pahalı bir alandır. Bu alanlarda zirveye yürümek biraz da milletlerin ve devletlerin ekonomik refah seviyeleri ile orantılı olmuştur. Sırf bu nedenle milletin veya devletin bu alana katkısı gerekmiştir. Bu katkıyı bir lütuf olarak algılamak da mümkündür, bir görev olarak da görmek mümkündür. Devlet adamları açısından hal böyleyken sanat adamları açısından da durum farklı değildir. Sanatçı bunu bir ulufe olarak görürse, hak edilmeyen methiyelerle sanatı küçültür. Bunun sonu yiyin efendiler yiyin olur. Sanata bir katkısı olmaz. Tersine hem sanatçı hem de devlet adamı bunu bir görev olarak algılarsa karşılıklı olarak saygınlık, etkileme ve etkilenme olur.

Bu konuya “Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülleri” törenine katılmayan Üstat Sezai Karakoç’un tavrı nedeniyle girdim. Sezai Karakoç, törene “mazeret” bildirerek katılmadı. Sezai Karakoç’un kendisi belki törende yoktu ama “şiiri” ve “düşünce”leri, Çankaya Köşkü’nün salonlarında çınladı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün açıklamalarında aslında bu ilişkinin boyutları konusunda fikir edinebileceğimiz bölümler bulunuyor: “Devletlerin, milletlerin güvenli bir şekilde yollarına devam etmesi için, sanatkârların, düşünürlerin, fikir adamlarının, aydınların kılavuzluğuna daima ihtiyaç vardır. Zaman zaman siyasetçiler ve devlet adamları konjonktürlerden her zaman etkilenebilirler ama sanatçılar, kültür adamları, düşünürler, bunlar daima sağduyularıyla hareket ederler, vicdanlarıyla hareket ederler ve sonunda gerçekten doğru yönlendirmeyi hep yaparlar. Bundan dolayı bizim de ülke olarak, millet olarak daima sanatçılarımıza, yazarlarımıza, fikir adamlarımıza en üstün değeri vermemiz gerekir. Aslında bugün bir ödül merasimindeyiz ama esas ödülleri sizler eserlerinizle bu millete verdiniz. Eserlerinizle verdiğiniz ödülleri bizler gördüğümüz için onlara karşı, onlara bir şükran anlamında bu ödülleri, şükran nişanesi olarak veriyoruz... Türkiye; şu anda birçok alanda kendini ispatladı... O bakımdan bütün kaynakları sanat ve kültür hayatına seferber etmenin zamanının geldiği kanaatindeyim... Türkiye; bilim, araştırma, geliştirme alanında çok büyük bir hamle yaptı... 5-10 seneye kalmaz bunun neticelerini görürüz. Kültürde de böyle bir tekrar toparlanma ve bütün kaynaklarımızı koordine etmeye ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. İnanıyorum ki bütün asırlar boyunca evrensel alanda çok değerli eserler vermiş olan milletimiz bundan sonra da yine çok değerli eserler verecektir... Bu alana kim ne kadar çok katkı yaparsa milletimin de şerefini ve itibarını da o kadar çok yükseltir. Bu anlayışla hareket etmemiz gerekir.”

Sanatçı Devletlû ilişkisinde Sezai Karakoç’un, İstiklal marşı ödülünü bağışlayan Akif’in ve Cumhurbaşkanı Gül’ün açıklamalarına yansıyan devlet duruşunun önemli olduğunu düşünüyorum. Bu duruşun örnek olmasını diliyorum.

Google+ WhatsApp