
İLK GÜN
Sahuru ve iftarı ile Ramazanın ilk gününden bahsediyorum. Gündelik hayatın içinde birçoğunuzun yaşadıkları böyle olabilir. Farklı güzellikler ve acılar da yaşanmış olabilir. Hayat zaten bu değil mi? Mutluluklar ve acılar bir arada değil mi?
Geniş ve güzel ailemle bir arada olmasak da beraber yaşadığımız bir günün hikâyesi bu.
Her sahur vaktinde olduğu gibi Fatma kızım herkesten önce hatta davulcudan bile önce arayarak, sahursuz kalmamamız konusundaki titizliğini ve kaygılarını sürdürür. O ilkokul dördüncü sınıfta okurken ne kadar şefkatli, işçiman, kaygılı ve planlı ise yine öyle. Ona bu güzel Ramazan hürmetine, Rabbimden annelik mutluluğu yaşamasını diliyorum. Yine önce o aradı ve sevecen sesiyle kalktınız mı diye sordu. Doğal olarak kalkmıştık.
Bu Ramazan bereketiyle geldi. Kardeşim Mehmet’in bu yıl bereketimizi aldınız dediği annem, bizdeydi. O zaten mutat olduğu üzere daha evvel kalkmıştı ve ibadetiyle meşguldü.
Sahur esnasında telefonlar hiç susmadı. Tıpkı yıllar öncesinde olduğumuz gibi, aynı sofrada bir aradaydık. Adem Kıbrıs’tan aradı. Askerde ve nöbetteydi. Sahur için hazırlık yapmış,20 kadar askeri ile birlikte, beraber hazırladıkları sahur yemeğini iştahla yemişlerdi. Sesi çok güçlüydü. Çok mutlu oldum. O her zaman paylaşmayı seven bir çocuk olmuştu.
Evden ancak Cuma namazını kılmak için çıktım. Gerçekten dışarısı yanıyordu. Cemaat hep dışarıda namaz kılmayı tercih ederdi. Bu sefer Cami içinde, klimalı serinlikte namaz kılmak için içeriyi doldurmuştu.
Öğleden sonra büyük kızım çocuklarıyla bize geldiler. Damat, ilk iftarda orada olalım, yalnızlık hissetmesinler demiş. Evin içi neşeyle doldu. Büyük torunum oruç tutuyor. Biraz yorgun görünüyor. Anlaşılan zorlanıyor. Ahmet, yarın sünnet olacak. Bu yüzden biraz şımartılmayı hak ediyor. Birlikte sünnet olmuş çocuk nasıl yürür oyunu oynuyoruz. Birisi kulağına fısıldamaz ise o başına nasıl bir işin geleceğini bilmiyor. Sünnet olacağım, adam olacağım, erkek olacağım diye konuşuyor.
Sivas’ta yaşayan torunum aklıma geliyor. Sesli düşünerek Talha oruç tutuyor olabilir diyorum. Hanıma onlardan ses çıkmadı, sen arasaydın diyorum. Hem sor bakalım Talha oruç tutuyor muymuş? Talha ikinci sınıfa geçti. Altı yaşına kadar bizimleydi. Evimizin gülüydü. Neşesiydi. Onu iyi tanıdığımı düşünüyorum. O güçlü bir çocuk.
Gerçekten oruçluymuş. Hem de sahura kalkmadan oruç tutuyormuş. Annesi kıyamamış sahura kaldırmamış. Babası üç gün oruç tutarsan büyük ödül var dediği için o da orucu sahursuz olarak tutmaya başlamış. Onu çok seviyorum. Anneanne, bu sefer bu orucu satın alma pazarlığına başlıyor. O bir cipse razı olacak. Daha fazlasını iste diyoruz. Bir pantolona razı oluyor.
Ne güzel! Adem eniştesi, ablası ve yeğenleriyle Magosa’da sahilde iftara hazırlanıyor. Keyifleri yerinde. Güzel Zeynep sahilin neşesi.
İftara yakın bir telefon geliyor. Sahurdan beri süren aydınlık ve neşeli hava birden kararıyor. Aile içindeki kavga mahkemeye taşınmış. Kocaya uzaklaştırma verilmiş. Orucun ilk gününde aile param parça. Dört tane güzel çocuk. İş işten geçmiş, olan olmuş. Elimiz kolumuz bağlı.
Bol nimetlerle dolu iftar sofrasında hoşaf boğazıma duruyor. Su verin diyorlar. Hoşaf zaten su diyorum. Siyah üzüm gözlü çocuklar ağlıyorlar mı acaba? Bizim keyifle oturduğumuz iftar sofrası onlar için de kurulabildi mi?
Sofrada bir sessizlik oluyor. İçimden hep karanlıklar sökün ediyor. Eşini kaybettiği için bu yıl yalnız iftar eden dünürüm, gözümün önüne geliyor. Sonra iki çift yaşlı göz, ekranımda donup kalıyor. Göz bebeklerinde billurlaşan ve gösterilmemek için çaba sarf edilen, iki çift gözün isyan edip koy verdiği gözyaşları. Suriyeli iki Türkmen’in gözyaşları.