DAĞLARIN ARDINDAKI VATAN
(AVUSTURYA GEZİ NOTLARI)

DAĞLARIN ARDINDAKI VATAN (AVUSTURYA GEZİ NOTLARI)


 

                      Avrupa da Milli Görüşe alternatif teşkilatların kurulduğu, bunların hepsine cami denildiği için de tuhaf bir durumun ortaya çıktığı görülüyordu. Ülkücüler, Muhsinciler, Süleymancılar, Diyanet vb gruplara ait camiler vardı. Her cami üyelerinin aidatları ile işlevini sürdürüyordu. Bir camiye giden diğerine gitmiyordu. Her cami başka camilerin üyelerini kendine çekmeye çalışıyordu. Bu da İslam kardeşliğine uymayan bir görüntü oluşturuyordu.

     Ak Parti, Milli Görüş için gerçek bir travma oluşturmuştu. İnsanlar hem vefa ile Erbakan’dan vaz geçmiyorlar, hem de Erdoğan’ı destekliyorlardı. Cami derneklerinin idarecileri çoklukla Erdoğan’a karşı insanlardan oluşuyordu. Çoğunluk ise Türkiye’de olduğu gibi Erdoğan’dan yana tavır koyuyordu. Derneklerin bazıları sırf bu yüzden zayıflamıştı. Fethullah Hoca Cemaati de bu arada güç kazanmaya başlamıştı. İyi yöneticiler bu çekişmeyi, fanatiklerin arzularının aksine yöneterek cemaati bir arada tutmayı başarmışlardı.

 Aksam geç vakte kadar Almanya ve Erbakan Hoca konuşuldu. Kayseri’de olsaydım büyük ihtimalle cenazeye katılırdım. Ülkesinde maraba muamelesi gören çoğunluk insanları siyasete çekmeyi başaran bu büyük insan, yeni Türkiye’nin kurucularından biri olarak tarihe geçecektir. Milletin kendi kendini yönetebileceği düşüncesi ancak Onunla hayata geçebildi. Halka güvenme ve halkın gücüyle hareket etme inancı Onunla pekişti. Birçokları doğal olarak kendisiyle ters düşse de sivil toplum, dernek, vakıf, sendika ve örgütlenmeye öncülük etti, ömrüne her faniye nasip olmayacak hizmetleri sığdırdı.

   Misafirler, oğlan evi ve kız evi olarak ayrılmadan önce, kız isteme seremonisi gerçekleştirildi. O ana kadar hepimiz akraba misafirlerdik. Kız isteme işleminden sonra biz kız evi olup, onların evinde misafir kaldık. Oğlan evi ise Sedat’ın kardeşi Hakan’ın evi oldu. Zaten evlerin büyüklüğü çok misafiri kaldıracak şekilde değildi. Bir taraftan da insanlar sabah kalkıp islerine gidiyorlardı. Gelin kız birkaç gün izin alabilmişti. Biz de kendi aramızda gidip gelerek muhabbeti artırmaya çalıştık.

 1 Mart, nüfus kâğıdıma göre benim doğum günüm. O gün Erbakan’ın cenazesi de defnedilecek. Sabah kahvaltıyı oğlan evinde yaptık. Öğle namazını Milli Görüş camiinde kılacaktık. Hanımları baş başa bırakıp tarif ile Milli Görüş camiini bulmaya yöneldik. Hava soğuktu. Ben şapka almamıştım. Tarife uygun olarak yürüyorduk. Hallein küçük bir yerdi. Yine de acemilik başka bir şey. Önümüze bir köprü cıktı. Altından bir nehir akıyordu. Mustafa köprü üzerindeki papaklı adamı gösterdi. Artık Onu takip ediyorduk, Yürüyüşü, kıyafeti bizi yanıltmamıştı. Doğru bizi camiye götürdü. Ezan okunmamıştı. Kantine oturduk. Büyük bir yer. İnsanlar naklen cenazeden yayın yapan televizyonun önünde oturmuşlar, kalabalıkları izliyorlar. Diğer yanda yemek yiyenler de var. Kantinde yemek ve çay servisi yapılıyor. Bize de hoş geldin deyip çay söylediler. Çok kalabalık yok. Genelde yaşlı veya işsiz insanlar. Üzgün oldukları tavırlarından anlaşılıyor, sık sık rahmet diliyorlar.

 Namazdan sonra ben caminin tuvaletlerini keşfe gidiyorum. Burada tuvaletler hem alafranga, hem de susuz. Neyse ki camiye alaturka tuvalet yapmışlar. Taharet konusu bizler için çok önemli. Ben gelinceye kadar Mustafa sohbeti kavileştirmiş. Nereli olduğunu sormuşlar. Dur sana Kayserilileri çağıralım demişler. O anda üç kişi varmış. Meğer üçü de Yamulalıymış. Yamula bizim köyümüz. Asıl adı Yemliha. Ancak hem patlıcanı hem de barajı Yamula diye biliniyor. Halk da genelde öyle biliyor. Bende sohbete karıştım. Memleketten konuştuk. Meramımızı geliş nedenimizi söyledik. Hayırlı olsun dediler.

 O gün Mustafa’yla sokakları dolaştık."sintir sintir" yavaş yavaş dolaşalım dedim. Hızlı yürümeyi seven Mustafa için biraz zor oldu.

Avusturya’da bulunduğumuz yer: Hallein. Tabiat güzellikleri harika bir şehir. Nüfusu beş altı bin kişi. Bir vadide kurulmuş. Şehrin ortasından bir nehir akıyor. Nehrin ortasında bir adacık var. Çevresi park olarak düzenlenmiş. Adacığın ortasında binalar ve konutlar var. Şehrin içinden nehre akan küçük derecikler var. Bizim kaldığımız ev şehrin en yüksek binasının yanında üç tarafı bitişik bloklar halinde yapılmış, şehrin mimarisine pek de uymayan, yeni yapılmış bir bina. Tren istasyonu da eve çok yakın. Normalde evler bir iki katlı ve bahçeli. Şehirden biraz uzaklaştığınızda müstakil villa denilebilecek, tarihi yapıya ve doğaya uygun evler görüyorsunuz. İnsanlar buralarda oturuyorlar ve şehirdeki işlerine ya da okullarına buradan gidip geliyorlar. Hallein’deki en önemli sanayi kuruluşu bir kâğıt fabrikası. Son ekonomik kriz sonrasında üretime ara verilmiş ve işçiler çıkarılmış. Aslında bu fabrika ülkeyi kalkındırma planlarının açık bir örneği. Sanayi kuruluşlarını bölgelere serpiştirmişler. Almanya’da da böyle yapmışlar. Büyük fabrikalar bölgelere dağıtılmış. Bir de tuz madeni varmış burada. Şimdilerde orası da kapalı. Şehirde yine de küçük sanayi işletmeleri var. Hakan’la eşinin çalıştıkları fabrikaya gittim. Panjur parçalarını boyayıp, fırınlıyorlardı. Emek yoğun bir atölye gibi gördüm.

Şehri tanımlatabilecek en bariz özelliği, yakınlarındaki dağlar üzerinde yükselen birbirine paralel iki yüksek ve çıplak kaya. Türkler “Hallein’in boynuzları” diyorlar bu kayalar için. Belki Almancası da budur.

Genelde bu tür yerleşim yerlerinde mutlaka tarihi şatolar ya da kaleler bulunuyor. Ortaçağdaki derebeylik zamanı yapıları korunmuş. Şehrin eski mahallelerini gezdiğimizde dar sokakları ve tarihi evleri görebiliyoruz. Orada Sedat’la Hakan’ın okudukları tarihi okul da var. Şimdi de çocukları okuyor bu okulda. Ben kiliselerin de çok olduğunu gördüm. Mustafa itiraz etti. Biz de cami daha fazla dedi. Avusturya’daki Almanlar daha dindar gibi görünüyorlar. Hatta söylendiğine göre Türklere veya yabancılara karşı da daha az kibirliler.

Şehrin turistik yapısını anlatmak için yedi sekiz kilometre içinde hem bir kayak merkezi, hem bizim Uzungöl’e benzer bir göl, hem de bizim Yahyalı şelalelerine benzeyen bir şelale olduğunu söyleyebiliriz. Çepeçevre ormanlarla kaplı yüksek dağlar. Hala Avrupa’nın içlerinden kayak için gelen binlerce araç. Ne yazık buraların isimlerini not etmemişim. Biraz da Almancanın bize garip gelen o yazım zorluğu diyelim. Önce biraz gölden bahsedelim. Göle birkaç km. kala araçlar bırakılıyor. Yürüyerek gidiliyor. Üç tarafı dağlarla çevrili ve yüksek ormanlı dağlar. Göl çevresine yürüyüş yolları yapılmış. Biz vardığımızda her yer karlarla kaplıydı. Neredeyse hiç güneş görmüyor. Gölün üzerinde ördekler var. Bizim karaltımıza kıyıya doğru yüzüyorlar. Ancak onlara yiyecek atılmıyor. Bizim Türkler bilinen alışkanlıkları ile bunu yapıyorlarmış. Buraya insanlar baharla daha çok geliyorlarmış. Ancak bizdeki gibi mangal yakmak yok. Yüksel, bir seferinde piknik için durdukları bir yerden özel mülk olduğu gerekçesiyle çıkarıldıkların söyledi. Piknik yapılabilecek genel yerlerde de mangal yaptırmıyorlarmış. Burada dikkatimi çeken bir başka konu da, insanların ormanların içine, kenarına doğaya uygun evler yapmış olmalarıydı. Bizde olsa ormandır, meradır diye yaptırmazlar. Oysa bu yapılar güzelliği bütünlüyorlar. Bu göle ve şelaleye iki kere gittik. Hanımların da hakkı olduğunu düşünerek.

Şelale aslında kışın ziyaretçilere kapalıymış. Bizden önce birileri bu yasağı deldiği için biz de yola konulmuş çiti aşarak şelaleye gittik. Yol iki kişinin ancak geçebileceği bir patikaydı. Uçurum yönüne ağaçlardan korunak yapılmıştı. Yol buzlu ve kaygandı. Hanımlarla beraber bu yolu tırmandık. Yolun altında tarihi bir değirmen vardı. Şelaleden gelen suyla çalışan bir değirmen. Ormanın içinde masallardan çıkmış gibi görünüyordu. Sonunda şelale göründü. Çok büyük olmasa da çok güzeldi. Yeşilliklerin içinden coşan bir şelale. Sead’la ben daha yukarı, şelalenin kaynağına doğru tırmandık. Bizimkiler aşağıda küçücük görünüyorlardı. Sesimi duyurabilir miyim diye avazım çıktığı kadar bağırdım:”Allahu Ekber”.Ancak sesimi duyuramamıştım. Hira’daki Yavuz’un tekbir sesleri geldi aklıma. Zaten Ondan esinlenerek haykırmıştım. Sesimi bizimkiler bile duymamıştı. Üzüldüm.

Google+ WhatsApp