KIRGIZİSTAN GEZİ NOTLARI (6)

KIRGIZİSTAN GEZİ NOTLARI (6)


Akşam yemeği için Boz-üy (Boz-ev) şeklinde düzenlenmiş, bir kır lokantasına götürüldük. Boz-üy, Kırgız çadırına verilen isim.

Keçeden yapılır. “Bozüy”, soğuk, sıcak, yağış ve yağışlara dayanıklıdır. İçi kışta sıcak, yazda serindir. “Bozüy” ağaç sırıkları, keçe ve ip’ten meydana gelmiştir. Dayanıklı olan boz-üy büyüklüğüne göre dört kanat, altı kanat, sekiz kanat, on iki kanat olur. Tündük, bozüylerin üstünde baca misali pencere yeridir. İçeriye hem ışık girer hem de üstten temiz hava girer. Kırgızistan bayrağının da ilham kaynağı olan bu tekerlek şeklindeki göğe gösteren yere Kırgız Türkleri “tündük” demektedirler. Kırgızistan bayrağı; kızıl döşeme üzerinde sarı alevli 40 kollu bir güneş şeklindedir. Güneş resminin ortasında geleneksel Kırgız çadır-ev (bozüy) şeklindeki tündük adı verilen yukarıdan pencere bulunur. Bozüyde eşik denilen kapıdan girişte sağ tarafta mutfak, sol tarafta oturma yerleri bulunmaktadır.

Bir yerden bir yere giderken yol kenarlarında bozüyleri görmek mümkündür. Buralar lokanta, manav ve dükkân olarak kullanılmaktadır.

Lokantanın girişinde bekleyen genç Kırgız ibrik ve leğen ile ellerimizi yıkamamıza yardımcı oldu. Yanında yerel kıyafetleri içinde bir Kırgız kızı havlu tutuyordu. Tam karşıya bir taht konulmuştu. İçerisi bir Hakan çadırını andırır şekilde düzenlenmişti.

Buradaki yemekler bizim damak zevkimize uygun olarak hazırlanmıştı. Biraz hafif yemeklerden sonra, bahçeye çıkıldı. Kırgızlar konuklarına bir oyun hazırlamışlardı. İp çekme oyunu. Bir kaç grup bu oyuna katıldı. Akşamın karanlığında şen kahkahalar yükseliyordu.

Osman Özbahçe burada da devreye girdi. Geleneksel oyunlarımızı Kırgız dostlarımızla birlikte oynadı. Ev sahiplerimiz Osmanı çok sevdiler.

Ana yemeğe geçildi. Yemek esnasında da şarkılar türküler söylendi. Her bölgeden ezgiler dinlendi.

Yemek sonunda Tatar şair Rıfat Salahov, Kur’an okudu, yemek duası yaptı. Sempatik tavırları ve anlaşılabilir Türkçesiyle Rıfat ilk günden dikkatimizi çekmişti. Okuduğu şiirleri de çok güzeldi. Bizimle birlikte namazlara katılması, kafiledeki genç Türk şairlerle kurduğu samimi dostluk, onu diğerlerinden öne çıkarmıştı. Onu dinlerken Kırım’ın kara talihini düşünüp hüzünlendik.

Yolculuğumuz sırasında dikkatimizi çeken bazı hususlar da oldu. Sovyetlerden ayrılan bölgelerden gelen şairlerimiz, kendi aralarında Rusça konuşuyorlardı. Biz, bazı bölgelerden gelenlerin konuşmalarını hiç anlamazken, bazılarıyla çok rahat anlaşabiliyorduk. Anlaşabildiklerimiz, Azeri, Tatar, Uygur, Türkmen, Gagauz, Balkan Türkleri, Özbeklerdi. Kırgız ve Kazakları kısmen anlıyorduk. Çuvaşlar gibi bazı bölgeleri ise hiç anlamıyorduk.

Katılanların ortak dileği, aramızda ortak bir dilin olması idi. Orada fark ettiğim bir başka husus da alfabenin ne kadar önemli olduğu idi. Biz kril alfabesini hiç bilmediğimiz için bütün yazılar bize yabancıydı. Bir şey anlamıyorduk. Rus dilinin ve Rusyanın bu kadar ağırlıklı olarak etkili olması bizce kabul edilebilir bir durum değildi. Belki de günümüzün kızıl elması, Adriyatik’ten Çin seddine kadar bütün Türklerin aynı dili konuştuğu yeni bir dünya idi.

Google+ WhatsApp