
ŞEHİTLİK TARİHSEL DEĞİL
Ankara’daki o görüntü gözümün önünden gitmiyor. Yan Yana dizilmiş, şehit cenazeleri. Hepsi de birbirine benziyor. Hepsi de ay yıldızlı bayraklara sarılmış.
Aslında zaten kucak kucağa şehit olmadılar mı? Kanları kanlarına tenleri tenlerine karışmadı mı? Onları birbirlerinden DNA testleriyle ayırmadılar mı?
Bir tarafta ciddiyetin eğitim olduğu, asker ocağından arkadaşlar, diğer yanda yürekleri yanmış aileler. Araya mesafeler koymuş kurallar. Babaya ulaşmaya engel olan mesafeler. Babası karşısındayken dokunamama, konuşulanları dinleyip bekleme çilesi.
Önce biri koşuyor, sonra da diğerleri. Mesafeleri, engelleri önce çocuklar aşıyorlar, sonra da büyükler.
Önce bir şaşkınlık oluyor. Hangisi benim babam? Aslında hepsi de babası gibi değil mi? Sonra babasının resminin olduğu tabuta koşuyor herkesten önce. Sarılıyor, babasına sarılırcasına doyasıya.
Ekran başındaki milyonların boğazına bir düğüm. Nefesleri kesen bir düğüm. Milyonlar ekran başında donuyor. Cumhurbaşkanı ve Başbakan bile oldukları yerde taş kesilmişçesine kalıyorlar.
Sonra kimse gözyaşlarını gizlemiyor.
Bu hafta Çanakkale şehitlerimizi anıyorduk. Çocuklarımız şehitlik üstüne şiirler okuyor, marşlar söylüyorlardı. Dile kolay ufacık bir kara parçası üzerinde 250 bin şehit vermiştik. Bize bu topraklar öyle vatan olmuştu.
Ay yıldızlı tabutlardaki bu şehitler, tarih değil. Daha birkaç gün önce küçük kızıyla şakalaşan baba, anasından helallik isteyen oğul onlar.
Biz İstiklal savaşında verdiğimiz şehit sayısından daha fazlasını teröre kurban verdik. Şehirlere, kasabalara ay yıldızlı bayraklar içinde şehit evlatlarımızı yolladık.
Şehitliklerimiz, şehit ana babalarının mahzun ve mükedder gözlerine bakamadığımız mekânlar oldu.
Kim bilir kaç defa “şehitler ölmez vatan bölünmez” diye bağırarak şehidimizin ardı sıra yürüdük.
Oysa Kıbrıs barış harekâtını saymazsak, bir asra yakın zamandır, savaşmıyoruz. Şehitlerimizi anarken bir asır evvelini, verdiğimiz şehitleri kazandığımız bağımsızlığı tarihsel bir süreç olarak anmalıydık.
Keşke öyle olsaydı. Bu topraklar için kefensiz yatanları minnetle şükranla anmakla yetinseydik. Şehitlik tarihsel olsaydı.
Büyük bedeller ödeyerek elde ettiğimiz bağımsızlığımızı, vatanımızı her yıl yeni bedeller ödeyerek, şehitler vererek korumak zorunda olmasaydık.
Neler saçmalıyorum.
Mertebelerin en değerlisi olan şehit olmayı böyle görmek doğru mu?
Vatan evlatlarının dünya durdukça şehitlik nöbetinin devam edeceği gerçeğini daha nasıl anlayacağız.
Şehitliğin de bir nasip olduğunu. Şairin dediği gibi:
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? 'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.