
DAĞLARIN ARDINDAKI VATAN (AVUSTURYA GEZİ NOTLARI)
Şelale aslında kışın ziyaretçilere kapalıymış. Bizden önce birileri bu yasağı deldiği için biz de yola konulmuş çiti aşarak şelaleye gittik. Yol iki kişinin ancak geçebileceği bir patikaydı. Uçurum yönüne ağaçlardan korunak yapılmıştı. Yol buzlu ve kaygandı. Hanımlarla beraber bu yolu tırmandık. Yolun altında tarihi bir değirmen vardı. Şelaleden gelen suyla çalışan bir değirmen. Ormanın içinde masallardan çıkmış gibi görünüyordu. Sonunda şelale göründü. Çok büyük olmasa da çok güzeldi. Yeşilliklerin içinden coşan bir şelale. Sead’la ben daha yukarı, şelalenin kaynağına doğru tırmandık. Bizimkiler aşağıda küçücük görünüyorlardı. Sesimi duyurabilir miyim diye avazım çıktığı kadar bağırdım:”Allahu Ekber”.Ancak sesimi duyuramamıştım. Hira’daki Yavuz’un tekbir sesleri geldi aklıma. Zaten Ondan esinlenerek haykırmıştım. Sesimi bizimkiler bile duymamıştı. Üzüldüm.
Kayak merkezine de gittik. Kayak takımlarımız olmadığı için yukarı çıkamadık. Çıkış noktasından bakmakla yetindik. Kayak alanı iki tarafı ormanla çevrili dik bir yokuştan ibaretti. Erciyes’i ve her yöne yamaçlarını aklıma getirdim. Almanların bir haftalık tatilinde buralara gelmek için otobanların kilitlendiğini gözlerimle gördüm. Bizim dağımız ise muhteşem karıyla bomboş duruyordu.
Halleinde bulunduğum süre içinde alışveriş genelde Salzburg’da yapıldı. Otomobille yarım saatlik bir mesafede ve daha çok alış veriş merkezi var. Hanımlar alış verişle meşgulken biz de Salzburg’u gezdik.
Salzburg, Avusturya'nın orta-kuzey kesiminde yerleşim bölgesi. Avusturya'nın bir eyaleti. 150.000'lik nüfusuyla Avusturya'nın 4. büyük şehri. Alpdağlarının eteğinde, Almanyasınırında, Viyana'nın 270 km. batısında yer alan aynı adlı eyaletin merkezi.Salzachnehrinin kenarında yer alan bu kent, adını buranın ilk sakinlerinin hayatını kazandıkları zengin tuz çökeltilerinin almış.Mozart'ın doğum yeri olan kent, her yıl düzenlenmekte olan Salzburg Festivaliile binlerce klasik müzik hayranını kendisine çekmekteymiş.
Mustafa’yla ikimiz nehrin üzerinden geçen köprüde araçtan indik. Hava o gün mevsime göre iyiydi. Ne de olsa biz de turistik. Etrafta bolca Japon turistler de vardı. Fotoğraf makinelerimiz için malzeme çoktu. Ne yana dönsek barok, tarihi yapılar vardı. Köprüden yürüyerek geçtik. Tarihi şehre girdik. Şehrin kalesi tepemizdeydi. Talihsizliğimiz, kaleye çıkan asansörlerin bakımda olmasıydı. Yürüyerek çıkmayı ikimiz de göze alamadık. Eski şehrin meydanını çevreleyen tüm yapılar tarihi idi. Açık olan bir kiliseye girdik. İlk defa böyle büyük bir kiliseye giriyordum. Her taraf heykeller ve resimlerle süslenmişti. İlk önce resim çekme konusunda bir tereddüt geçirdik. Sonra ürkek ürkek de olsa resimler çektik. Ortada sıralar vardı. Bir de mum yakılan köşeler. İçerisi kasvetli bir aydınlık içindeydi. Herhangi bir din görevlisi görmedik. Çıkışa bir kumbara koymuşlardı. Görevliye gülümseyip çıktık. Şu kalın atların çektiği faytonlar, eski şehrin içinde turist gezdiriyorlardı. Bu eski şehirde neredeyse bize benzeyen birine rastlamadık.
Köprüden geçerek yeni şehre doğru, nehir kenarını izleyen bir yürüyüş yolundan ilerledik. Burada çok Türk olduğunu söylemişlerdi. Hakikaten de öyle olduğunu kısa sürede anladık. Az önce yanımızdan muhtemelen torunu olan çocuğu arabasıyla geziye çıkarmış bir nine geçti. Yol kenarına oturmuş ve öğle arası vermiş öğrenci olduklarını tahmin ettiğimiz iki genç, bir yandan karınlarını doyururken, aralarında Türkçe konuşuyorlardı. Başımın konuşmanın geldiği yöne refleksle döndüğünü hissettim.
Ve İstanbul Kebapçısı. Doğrusu iyi acıkmıştık. İşte tam da böyle bir yer arıyorduk. Daha sonra da gördük ki, bizim döner kebabımız, "adana"mız buralarda tutmuş. Sade Türkler değil Almanlar da bu yerlere uğruyorlar.
Bizim fiyatlarla hayatın çok pahalı olduğunu söyleyebilirim. Tabi et hariç. Belki biraz da elektronik malzemeler ucuz. Diğer her şey Türkiye’nin iki misli. Türkiye’de bir lira olan Avusturya ya da Almanya’da bir avro. Gurbetçilerimizin neden Kayseri esnafı tarafından çiçeklerle karşılandığını şimdi daha iyi anlıyorum. Bizde özellikle giyim hem kaliteli hem de ucuz. Gurbetçiler birçok ihtiyaçlarını Anavatanlarından götürüyorlar. Bu, onların da işine geliyor.
Salzburg’a daha sonra birkaç kez daha gittik. Burası Mozart’ın şehri. Mozart’ın evini de gördük. Her ikimiz de müzik fakiri olduğumuz için müze olan eve ancak önünden geçerek ilgi gösterdik.
Bir seferinde de amcaoğlu ile oranın iş bulma kurumuna gittik. Biz kapıda bekledik. Ancak yaşananlar da dikkatimizden kaçmadı. O işsizdi ve işsizlik maaşı alıyordu. Belirli aralıklarla buraya uğruyor, iş bulamadığını söylüyor, kendisine sunulan iş imkânları içinden seçim yapıyordu. Bulunan işler de ücretler yetersizdi. Genelde AB’ye katılan yeni ülkelerin vatandaşları bilhassa Yugoslavlar çok ucuza iş alıyorlardı. Bu durum Avusturya’nın kendi işsizleri için olumsuzdu. İşsizlik maaşı, bu işlerden alınan ücretlerden daha fazla idi. İşsizlerin bir kısmı çeşitli bahanelerle iş bulmayarak işsizlik maaşı almayı tercih ediyorlardı. Avusturya ekonomisi şimdilik bu durumu kaldırabiliyor görünse de tehlike çanları çalıyordu. İşsizlik artmıştı. İş yerleri zaten çok yoğun üretim ve çalışma temposu taşımıyordu. Burada işçiler memur gibi çalışıyorlardı. Rahat çalışmaya alışmışlardı. Şimdi var olan daralma işleri iyice yavaşlatmıştı. Özetle kurum, işsizlik maaşını kesmek için bahaneler arıyordu. Ziyaret takvimini sıklaştırıyor, ücreti azaltıyor, iş bulmaya zorluyordu. Görüştüğü yetkili amcaoğluna bir daha ki sefere başka bir bayana havale ettiğini ve daha az bir sürede geleceğini söylemişti. O bayan buradaki işsizlere göre son noktaydı. En kötü ve acımasız olan oydu. Kapıdaki bir elektronik ekrana şifreyle girip, işçi arayanlar listesinde kendisine uyanları çıkardı. Yazılı olarak da alabiliyordu. Çaresizdi. Bu işlerden birine gidecekti. Amcaoğlu Yusuf bizim kaldığımız yere 50 km uzakta kalıyordu. Bir gün de Ona misafir olduk. İşsiz olmasına rağmen bizi ağırlamak için çırpındı. Yusuf, ikinci evliliğini yapmıştı. Önceki hanımından olduğu gibi iki kızı bir oğlu olmuştu. Bulunduğu yerde hiç Türk yoktu. Hem Hanımı hem de çocukları için hayatın kolay olmadığını söyleyebilirim. Kaldığı yer bir göl kenarıydı. Burada bu tür göl kenarı yerleşim yerleri çok. Orman ve göl iç içe olduğu için harika bir manzarası var.