
GÜNDEMDEN UZAKTA BİR KAÇ GÜN
Okuyucularımızın çoğunluğu bilirler, ben uzun yıllar Eğitim Bir Sendikasının Başkanlığını yaptım. Sendikanın kuruluşunun yirminci yılı dolayısıyla düzenlenen bir toplantıya davet edildim. Sendikadan ayrılalı on yıl olmuştu. Yaklaşık beş yıldır da emekliydim. Hatıralar dışında pek de bağlarım kalmamıştı. İçimden gelmedi, gitmek istemedim.
Toplantının ismi ahde vefa gecesiydi. Kişisel olarak geçen bunca yılda ahde vefa gösterildiğini de görmemiştim. Kısacası gitmeyecektim. Gitmemek için bahaneler arıyordum. İçimden bir ses de git diyordu. Eski dostları görürsün, hasret giderirsin.
Aradıklarında gelmeyeceğimi söyledim.
Davet Kızılcahamam’da bir otele idi. Biz eskiler parasız pulsuz sendikacılık yapanlar için hayallerin ötesinde bir yerdi.
Tam böyle bir ikilem içindeyken, bu sefer mazeretlerimi de ortadan kaldıran telefon geldi. Israrla gelmemi istiyordu. Hatta mümkünse eşimle birlikte gelmemde ısrar ediyordu. Apar topar hazırlanıp gittim.
Bizler bu sendikaya ceketimizle gelip, ceketimizle gitmiştik. Ailemizi, çocuklarımızı ihmal ederek yıllarca koşturmuş ve temellerini atmıştık. Evet, uzaktan yetkili sendika olduğunu ve çok çok büyüdüğünü biliyorduk. İçten içe seviniyor, gurur duyuyorduk.
Bütün bu başarılar sanki biz olmadan kazanılmıştı. Karmaşık duygular içindeydim.
Orada en azından şunları duymaya ihtiyacım varmış, Genel Başkan, başta kendi olmak üzere yeni yönetimde olanlara seslendi:
”Bu başarı yalnızca sizlerin değil. Bu başarı da en büyük pay kimsenin göreve yanaşmadığı zamanlarda görev yapanlarındır. Yarın sendika bir sıkıntıya düşse, yine önce onlar koşacaklardır.”
Orada bulunduğum süre içinde, eğer konuşma fırsatım olursa şunları söyleyeyim dediğim iki konu vardı:
“Eskiler taş en yükseğe çıkınca düşmeye başlar derler, yüksekte olmanın da tehlikeleri var. Birincisi, sendikanın sistemin bir parçası haline gelme tehlikesi, ikincisi de benim sendikacılık yaparken hep söylediğim ve korktuğum, sendika ağası olma tehlikesi.”
Bunları dememe, konuşmama gerek olmadı. Genel Başkan öyle bir konuşma yaptı ki, bu sorularımı, endişelerimi cevapladı. Oradakilere sordum. Karşısındakiler biz olduğumuz için mi böyle konuştu? Her zaman mı böyle diye. Her yerde aynı hassasiyeti gösterdiğini söylediler. Memnunu oldum.
En çok da Rahmetli Mehmet Akif İnan Ağabeyi andık. Hatıralarımızı yad ettik. Keşke herkes Akif Ağabey gibi ahde vefa sahibi olabilse. O Kayseri’ye her geldiğinde mutlaka dostlarını da çağırmamızı isterdi. Biz de alışmıştık. O demese de onlara mutlaka haber verirdik. En yakın dostlarından birisi Şükrü Karatepe idi. O Yahyalı’da hapisteyken özel izin almıştık ve Akif Ağabey, ziyaretine gelmişti. Ahde vefa aslında tam da buydu. Dostun ihtiyacı olduğunda yanında olmaktı.