TEKKESİZ TARİKAT

TEKKESİZ TARİKAT


Seyyid Burhanettin Derneği, Mevlana’nın 738. Vuslat Yıldönümü törenlerine katılmak için bir program düzenlemişti. Dernek Yöneticilerinden Yazar Güner Dinçaslan, programa katılmamı isteyince tereddütsüz kabul ettim. Bir günlük programdı.

Benim için çok öğretici olacağını düşündüm. Yıllardır şeb-i arus törenlerini televizyonlardan izliyordum. Mevlevilik hakkında da çok az bilgim vardı.

Program saat saat planlanmıştı ve dolu dolu geçti. Öncelikle emeği geçenlere teşekkür ederim. Benim kendi açımdan çok yorucu bir gün geçirdiğimi de söylemem gerekir. Aynı gün içinde uzun yolculuk ve uykusuzluk yordu.

Program gereği ilk olarak, Mevlevi Tarikatının son postnişini kabul edilen Ömer Tuğrul İnançer’i kaldığı otelde ziyaret ettik. Akşamki, törenin ana konuşmacısı da O idi. Birlikte geldiğimiz grupla samimi bir sohbet yaptı. Sorulan soruları cevapladı. Özellikle Mevlevi olduklarını tahmin ettiğim kişilerin Ona karşı çok büyük bir saygı içinde olduklarını gördüm. Hizmetinde olanlar da hem kendisine hem de ziyaretçilere karşı çok saygılıydılar.

Öğleden sonra artık bir müze olan Mevlana’nın kabrinin de bulunduğu tekkeyi gezdik. Orada bir Mevlevi tekkesinde bulunması gereken bölümler vardı. Şimdi müze olduğu için sanki yaşamayan bir tarikattan kalmış eserler gibi duruyorlardı. Sanki Mevlevilik de geçmiş zamanlara mahsus kıymetli bir antika gibiydi.

Akşam programında önce Ahmet Özhan konseri vardı. Sanatçı aralara serpiştirdiği cümlelerle Mevlana’yı anlatmaya çalıştı. Mevlana ve Yunus’tan bestelenmiş çok güzel eserleri icra etti.

Sonra Ömer Tuğrul İnançer takdim edildi. Takdiminde Mevlevilikle intisaplı sıfatlar yer almadı. Sanatçı kişiliğinin de kendisine kazandırdığı bir üslupla ve ses tonuyla güzel bir konuşma yaptı.

Son olarak sema gösterilerine geçildi. Ayin kelimesi kulağıma hoş gelmediği için kullanmadım. Yoksa Mevlevilerin zikri diyebileceğimiz bu gösteri ayin olarak nitelenmektedir.

Semazenler büyük bir disiplin içinde döndüler, onlara müzikle birlikte okunan kasideler yol gösterdi.

Sema’nın sonunda bunu bir zikir merasimi olduğunu ispat eden tekbir, salâvat ve Kur’an-ı Kerim okundu. Dualar okundu, selamlar gönderildi, Fatiha’lar yollandı.

Salon tıklım tıklım doluydu. Salondakilerin büyük bir bölümü yurt içinden ve yurt dışından gelen ziyaretçilerdi. Özellikle sema gösterileri sırasında anons yapılarak resim çekilmemesi ve ahengi bozacak elektronik aletlerin susturulması talep edildi. Anlaşılan yapılanın bir ibadet olduğu ve o mehabete uyulması istenmişti. Ancak ziyaretçilerin birçoğunun bu gösteriye yaklaşımları bundan uzaktı. Yanımda İranlı veya Arap olduklarını sandığım iki genç hanım vardı. Sema sırasında bazen ayak ayaküstünde, bazen ayakkabılarını çıkarıp, öne doğru uzatarak oturduklarını gördüm. Önde bir çift genç birbirlerine sarılmış izliyorlardı. Hanımların başlarının açık olması, kapalı olmasından daha normalmiş gibiydi.

Benim gibi bu gösterinin bir ibadet olduğunu düşünenler, tekbir getirilirken adet üzere yüksek sesle tekbirlere katılınca garip garip bakışlara muhatap oldular.

Aslında üç bin kişiyle sema olmayacağını gündüz sohbetinde söyleyen Üstat Ömer Tuğrul İnançer’in ne kadar haklı olduğu anlaşılmıştı. Normalde tekkelerde bu mekânlarda ancak kırk elli kişi bulunurdu. Onlar seyirci olmazlar kendileri bu zikre katılırlardı.

Şimdi tekkeler kapatıldığı için, insanlar bir yol arayışında oldukları için, kendilerine verilen özgürlük alanları içinde, sorumluluklarını yerine getirmeye çalışıyorlar.

Ancak tekkesiz tarikat olmuyor, hele Mevlevilikte hiç olmuyor.

Google+ WhatsApp