
KERVAN YÜKÜNÜ ALDI 7
Diyarbakır programı için iki gün ayrılmıştı. Üç ayrı program vardı. Diyarbakırlı şair ve düşünür Sezai Karakoç’un anılması, Sinema, internet ve dizilerle ilgili panel ve tasavvuf musikisi konseri. Her üç programda sönük geçti.
Diyarbakır yaklaşık üç yıl görev yaptığım bir şehirdi. Program saatleri dışında tarihi ve kültürel mekânları gezdik. Bu bakımdan çok verimli oldu.
Bu ziyaretlerden en çok Hz. Süleyman Camiinden etkilendik. Burada sahabe efendilerimizin mezarları vardı. Galiba Mehmet Sılaydı söyleyen.”Eğer Diyarbakırlılar biz sahabe ahfadıyız deseler doğru söylemiş olurlar, burası fethedildikten sonra iki bin kadar sahabe ve tabii burada kalmışlardır.”
Nihat Hatiboğlu ise şöyle yazmış:
“Diyarbakır Hz. Ömer'in halifeliği zamanlarında hicretten 20 yıl sonra fethedilir. Hz. Ömer'in komutanlarından biri olan İyaz bin Ganem (r.a.) 8000 kişilik ordusuyla Bizans şehri olan Diyarbakır'ı kuşatır. O esnada bu şehri Meryem-i Dara isimli bir kadın idare etmekteydi. Direnirler. Ordu bu arada civardaki Palu, Hani, Silvan gibi merkezleri ele geçirir. Ancak Diyarbakır direnmeye devam eder. Nihayet kuşatmanın 5. ayında Hz. Halid bin Velid yanındaki 80 askerle bir tünelden şehre girerler. Şehrin kapılarını açarlar. İşte bu ilk çatışmada 80 kişilik sahabe grubundan 27-40 tanesi şehid olur. Şehid olanlardan birisi de Hz. Halid'in (r.a.) oğlu Hz. Süleyman'dır. Şehir fethedilir.
Şehrin merkezindeki Hz. Süleyman Camii'nde Hz. Süleyman ve 27 arkadaşı gömülüdür. Bunların sayısının 40 olduğu da söylenir. Aslında bu şehidler toprağa gömülü değiller. Mahzende ve üstleri açık diye bilinir. Şöyle bir hikâye dilden dile dolaşır Diyarbakır'da. Caminin türbedarı Muhittin Efendi her gün pamuk satın alarak mahzene iner ve oradaki şehid sahabenin kanlarını silermiş. Yüzündeki perdeleri ise hiç açmazmış. Bir gün pamuk alacak para bulamaz. Dalgın bir şekilde düşünürken temiz yüzlü bir yabancı yanına gelir ve bir kese para koyar avucuna. Sonra kaybolur. Türbedar bu para ile pamuk alıp mahzene iner. Şehidlerin kanlarını temizler. Bu arada şehidlerden birinin yüzündeki perdeye eli değer. Yüzü açılır. Hayretle görür ki bugün kendisine para veren kişidir. (Ali Öztürk, Diyarbakır'ın Şehid Fatihleri) Sonraları bu mahzen duvarlarla örülür. Diyarbakır'da anlatılan diğer bir hadise de şudur: 1926'da belediye başkanının emriyle, Diyarbakır'ın merkezinde bulunan sahabeden Hz. Şasa'nın mezarı kazılır. Orası bahçeye dönüşecektir. Bu sahabenin mübarek naşı çıkar ve sadece sol bacağının dizden aşağısının çürüdüğü hayretle görülür.
Diyarbakır ve çevresinde altı peygamberin mezarı veya makamı vardır. Bu zatlar ya oralarda yaşamış veya oralarda gömülmüşlerdir. Bu peygamberlerin adları şöyledir: Zülküf, Elyesa, Harun, Hallah, Harut ve Enuş (Şit'in oğlu). Bir kısmının peygamberliği tartışılmalı da olsa bu liste kitaplarda verilir.”
Diyarbakır Ulu Cami yoğun yağmura rağmen koşup gittiğimiz, gitmeseydik büyük bir eksiklik hissedeceğimiz tarihi bir mabetti. Hakkında şu bilgileri edindik:
“ Anadolu'nun en eski camisidir. 639 yılında Diyarbakır'a egemen olan Müslüman Araplar tarafından şehrin merkezindeki en büyük mabedin (Martoma Kilisesi) camiye çevrilmesiyle oluşturulmuştur. Daha sonra 1091 yılında Selçuklu Hükümdarı Melikşah'ın buyruğu ile büyük bir onarım gördüğünü, değişik dönemlerde birçok kez onarım ve eklentilerle bugünkü şeklini aldığını kitabelerinden öğrenmekteyiz. 1115 yılında geçirdiği yangın ve deprem sonucu içerisindeki kemerler sütunlar bezemeli taşlar hepsi yıkılmıştır. Dışarıda bulunan mermer taşları bu tarihten sonra yayılmıştır. Erken İslam döneminin ünlü Şam Emeviye Cami'nin (benzerliklerden dolayı) Anadolu'ya yansıması olarak yorumlanan Diyarbakır Ulu Camii, İslam âleminin 5. Harem-i Şerifi olarak kabul edilmektedir. Ayrıca Camide sibernetiğin babası olarak kabul edilen ünlü bilgin El Cezeri'nin yaptığı güneş saati bulunmaktadır.
“Ortadaki büyük avlunun doğu ve batısında yer alan maksureleri, güneyinde Hanifiler Cami'i, kuzeyindeki Şafiiler Camii ve Mesudiye Medresesi ve Caminin batı girişinin hemen yakınındaki Zinciriye Medresesi ile dinsel ve kültürel yapıları bir araya getiren bir yapılar grubu niteliğindedir. Zinciriye medresesinde El Cezeri (İmam Cezeri) ilk olarak ders vermiştir. Medresenin kapılarının küçük olma nedeninin içerisinde büyük âlimler olduğundan odaya girerken eğilerek girilsin. Ulu Cami'nin avlu cephelerinde farklı dönemlere ait Mimari bezekler, kabartma ve yazıtlar büyük bir uyum içerisinde yerleştirilmişlerdir.”
Dicle köprüsünde resim çekindik. Surlar üzerinde, keçi burcunda çay içtik.
“Dicle Köprüsü (On Gözlü Köprü)Diyarbakır şehrinin güneyinde 3 km. kadar yakınında ve eski Silvan yolu üzerindedir. On Gözlü Köprü veya Silvan Köprüsü de denilir.”
Çin seddinden sonra ikinci büyüklüğe sahip surların ilk yapılışı bilinmemekle birlikte Bizanslılar döneminde genişletildiği anlaşılmaktadır.
Bir diğer ziyaretimiz Şarkiyat araştırma Derneğine oldu. Burada birkaç sivil toplum temsilcisi ile görüş alış verişinde bulunduk. Derneğin bulunduğu bina, bir Diyarbakır eviydi. Sivil mimarinin güzel örneklerinden biriydi. Burada süreçle ilgili konuşmalar da oldu. Bendeki intiba, burada karşılaşmış olduklarımızın bizdeki ulusalcıların muadilleri Kürt ulusalcıları olmaları idi. Kuşkuları vardı, özellikle Başbakana karşı bir güvensizlik izhar ediyorlardı.
Mardin’deki programda konuşma yapan Ak Parti milletvekili gibi, burada da bizden Kürtlerin önemli şahsiyetleri Ahmedi Hani, Mevlana Halidi Bağdadi ve İdrisi Bitlisi gibi isimlerin tanıtılmasını yapmamızı istiyorlardı. Anadolu’da yetişmiş bu büyük şahsiyetlerin tanıtılması, bilinmesi elbette hepimizin görevi idi. Ancak en çok da bu coğrafyada yaşayanların görevi olmalıydı. Ortak tarihimizin büyük âlimlerini etnik köken içinde ele almak, yalnızca aynı etnik kökenli olanlara odaklanmak ne kadar dini, ahlaki ve ilmi olabilirdi. Onları bugünün etnik zavallılığına alet eder bir tavırla anmak, onların verdikleri mesaja aykırı değil miydi?
Diyarbakır programından kısa bir izin alarak 23 yıl önce Müdür olarak görev yaptığım okula gittim. Okulum Bağlar’daydı. Şehir merkezindeki gelişmeye inat, orada hiçbir şeyin değişmediği görülüyordu. Okuluma ek bina yapılmıştı. Giriş kapısı yine iki gecekondu apartmanın arasındaydı. Okulum da benim gibi ihtiyarlamıştı. Geçmişten hiçbir tanıdık yüz çıkmadı. Anıları geride bırakıp döndüm.