GÖNÜLLÜLER VE KORKULARININ ESİRİ OLANLAR

GÖNÜLLÜLER VE KORKULARININ ESİRİ OLANLAR


28 Şubat gibi dönemler, kolay zamanda ahkâm kesenlerle, kişilik sahibi olanların, oradan oraya yalpalayanlarla, dik duranların, gönüllü darbe şakşakçısı olanlarla, korkularının esiri olanların ayırt edildiği zamanlardır.

Kayseri 28 Şubatın hedefinde olan bir şehirdi. Siyasetinden bürokrasisine tüm şehir bu sınavdan geçti. Kimi korkusundan “bağa kıska dikmeye” gitti, kimi işbirlikçi olmayı tercih etti, kimi de direndi.

O dönemin yerel yöneticilerinin, belediyeleri kast etmiyorum, yukarıdan gördükleri en büyük baskı, irticacı bir yapılanmayı Kayseri’de bulup da çökertmemiş olmaları idi. Sürekli örgütler uyduruyorlardı. Ancak aslı çıkmıyordu. Nasıl olur da Kayseri gibi dindar bir şehirde Hizbullah, İBDA C gibi örgütler, örgüt mensupları olmazdı. Uyduruk isimlerle örgütler bile icat ettiler, ama tutturamadılar. Birçok insan bu uyduruk nedenlerle mağdur edildiler.

Bir akşam öğretmen arkadaşlarımdan birinin gözaltına alındığını öğrendim. Sendika başkanıydım ve sorumluluklarım vardı. Vakit geç olmasına rağmen, sendikadan arkadaşlarla arkadaşımın evine gittik. Kapıyı korkuyla açtılar. Karşımızda titreyen bir kadın ve korkuyla bakışan çocuklar vardı. Polisler gece yarısı eve gelmişlerdi. Komşuların korkulu bakışları arasında evi aramışlar, evde buldukları dini içerikli kitaplarla birlikte arkadaşı alıp gitmişlerdi. Kimse korkudan gelip ne oluyor diye soramadığı gibi, evdekiler de korkudan dışarı çıkamamışlardı. Kimseye de haber verememişlerdi. Korkuyla bekleşiyorlardı.

O sıralar Hizbullah gündemdeydi. Domuz bağıyla öldürülmüş insanların vahşet sahneleri televizyonlarda yayınlanıyordu. Arkadaş da Hizbullahçı olarak suçlanıyordu. Evdekileri teselli ettikten sonra, bir battaniye aldık, biraz da yiyecek bir şeyler alarak Emniyete gittik. Polisler bizi tanıyorlardı. Nazik davrandılar. Görüşme isteğimizi geri çevirdiler. Arkadaşımızın DGM’de yargılandığını ve avukatları ile bile görüşemeyeceğini söylediler. Getirdiklerimiz aldılar.

Ertesi gün ifade için savcılıkta olacağını öğrendik ve bir grup arkadaşla adliyeye gittik. Gazeteciler de oradaydılar. Bize bir şey sormadılar, ancak görüntülerimiz aldılar. Sonra oradan ayrıldık. Sendikaya geçtik. Bir süre sonra bir üye arkadaşımız aradı. Kayseri’deki bir televizyon kanalında sürekli bir alt yazı geçtiğini ve “Hizbullahçılara destek olan sendika başkanı kim? Akşam haberlerinde izleyin” diye yazdığını söyledi.

Akşam haberlerini bekledik. Oradan aldıkları görüntülerle bizi gösteriyorlar ve arkadaşımızın, üyemizin davası için adliyede olmamızı Hizbullah’a destek olarak sunuyorlardı.

Ertesi sabah bir basın toplantısı yaparak iddialara cevap verdim. Eğitimcilerin cinayetlerle birlikte anılmasının yanlışlığını ifade ettim. O zamana kadar bazı bilgiler de edinmiştim. Bizim üyemizle birlikte aynı okuldan başka bir öğretmen de gözaltına alınmıştı. O öğretmen ülkücü olarak biliniyordu.

Birileri bir suç örgütü icat etmişlerdi. Öğretmenler de buna kurban gitmişti. Ağrı’da aynı okulda görev yapan bir öğretmen, gözaltına alınmış, onun cebinde tesadüfen var olan telefon numaralarından diğer öğretmenler suç örgütünün parçasıymış gibi muamele görmüşlerdi.

Daha sonra bu arkadaşların tamamı DGM’de yargılandı ve berat ettiler. Kendilerinin ve yakınlarının yaşadıkları haksız muamelenin hesabı ise bugün sorulmasa bile mutlaka bir gün sorulacaktır.

Medyanın işini yaparken, sadece işini yapmaktan çıkıp tetikçiliğe soyunması ise kötü bir gazetecilik olayı olarak tarihe yazılacaktır. Aynı televizyonun bizim basın açıklamamızı hiç kesmeden vermiş olması ve cevap hakkına riayet etmesi de o günden bugüne hakkını teslim etmemiz gereken bir durumdur. Tetikçiliğe gönüllü olanlarla korkularının esiri olanları da ayrı tutmakta fayda vardır.

Google+ WhatsApp