
ÇİFTE SERİNLİK
Şu günlerde Kayseri yanıyor. Bu sıcakta bir yerden bir yere yürüyerek gitmek hiç kolay olmuyor. Yol üzeri gölgelik yerlerde durak yapmadan yürüyemez hale geldim. İçimden bir ses bunu neneler dedeler yapardı diyor, hemen de karşılık buluyor. Sanki sen dede değil misin?
Önümde beliren küçük parka doğru yürüyorum. Gözlerim gölge altında bulunan bir bank arıyor. Ağaçların serin gölgelerinden yürümeye çalışıyorum. Bu sıcakta parkta da kimseler yok. Karşıda genç bir bayan oturuyor. Başörtülü ve siyah gözlüklü bir hanım. Yalnız başına oturuyor. Herhalde o da benim gibi yorulmuş olamaz. Birisini bekliyor olmalı. Pek kalkacak gibi de oturmuyor.
Yanından geçtiğim bank gölgede ama temiz olmadığı için, oturmuyorum. İlerideki kamelyanın içinde üç çocuk oturuyor. Kamelya geniş, oturakları ağaçtan yapılmış. Oraya doğru yöneliyorum. Çocukları rahatsız etmeden usulca oturuyorum. Burada ancak beş on dakika dinlenebilirim. Varacağım yere verdiğim saatte ulaşabilmem için daha fazla oturamam. Öyle çok konuşkan ihtiyarlardan da değilim. Yanlarına varıp durmadan sorular sorarak rahatsız olmalarını istemem.
Ne yapıyorsunuz çocuklar? Babanız kim? Ne iş yapıyor? Nerede oturuyorsunuz? Elinizde baktığınız kitap ne?
Böyle sorular sormak yerine gözlemlemeyi ve dinlemeyi tercih ederim. Yine öyle yaptım ve sessiz ve uslu bir ihtiyar olarak yakınlarına oturdum. Dönüp bana baktılar. Rahatsız olur gibi oldular. Kendilerine bakmadığımı, ilgilenmediğimi düşünerek yaptıkları şeye devam ettiler.
Ellerindeki poşetten çıkardıkları kitaba üçü birden eğilmişlerdi. Birlikte okuyorlardı. Bu bir elif ba kitabıydı. Çok keyifliydiler.
Birisi okudu: e mi ne. Diğeri söze karıştı.”Ablayın ismi, demek böyle yazılıyormuş.”Sonra diğer kelimeleri okudular. Birbirlerinin yanlışlarını düzeltiyorlardı.
On, onbir yaşlarında olduklarını tahmin ediyorum. Hepsi de aynı yaşta olmalılar. Bir boydalar ve anlaşılan iyi arkadaşlar. Hem çaktırmadan dinliyorum, hem de gözümün altından tavırlarını izliyorum. İçimden onları sevmek, öpmek geçiyor, büyü bozulur diye korkuyorum.
İçlerinden beyaz tenli olanı diğerlerine camideki ilk gününü anlatıyor: Hoca dualarını kendisinden önce dinlemem için bir çocuğu bana verdi.(Sanki kendisi büyümüş de)Çocuk sübhanekeyi, salli barik dualarını biliyormuş. Hemen hocaya götürüp okuttum. Hoca ne çabuk öğrettin dedi. Ettahiyyatüyü bilmiyormuş, onu da öğrettim. Bugüne de Rabbenaları ödev verdim. Ne iyi değil mi bir çocuğa dua ve sureleri ben öğretiyorum.
Sözler içime Erciyes'in serinliğini akıtıyor. Biraz önce var olan hararetin uçup gittiğini hissediyorum. Dönüp gülümseyerek sevecen gözlerle bakıyorum. Onlar da gülümseyerek karşılık veriyorlar. Kitaplarını toplayıp kalkıyorlar. Ağaçlar arasında kovalamaca oynayarak uzaklaşıyorlar. Parkın sessizliğinde yalnız kalıyorum. O genç hanım hala oturuyor.
Çocukları gözden kayboluncaya kadar izliyorum. Onlara dua ediyorum. Bir an anne babalarının benim yerimde olup çocuklarının yaptıklarını izlemelerini ve onlarla gurur duymalarını arzu ediyorum. Haydi, serinledin zaman da doldu, kalk diyen içimdeki sese uyarak kalkıyorum. Parkın köşesindeki çeşmeden iki avucumu doldurarak su içiyorum.
Arkama bakmadan, güvenle ve dipdiri yürüyorum.
Bu yazımı camilere çocuklarını gönderen anne babaların okuyarak çocuklarıyla gurur duymalarını umut ediyorum.